Dinlediği şarkılarda her ne duyuyorsa, bir şeyleri anımsayan insanlara has bir halde gözlerini kısarak uzaklara dalıyordu. Belirsiz bir hedefe kitlenen buğulu gözlerin, dışarıdan nasıl göründüğünü mutlaka bilirsinizdir. Ses etmiyordum o esnalarda ben de hiç. Hiç konuşmuyor ve onu taciz etmiyordum. Öyledir çünkü, kabuğuna çekilmiş bir canlıyı, herhangi bir şekilde dürtmek gibi bir şey olurdu, bu konuşturma girişimi. Sessizlik ve yalnızlık, öyle sanıldığı gibi ender ama uzun süreli bir inziva dönemi değil; sık ve kısa süreli olarak ortaya çıkan ihtiyaçlardı bazen. Diğer kişi/kişiler tarafından, derin ve gerçek bir saygı ve sükûnetle karşılanması gereken durumlardı.
Bir de, hiç unutmam o seneyi. 2023. Takvimlere bakılırsa yaz mevsimi çoktan gelmişti ama doğa, kararı takvimlere bırakmayacak kadar; hepi topu insan eliyle oluşturulan derme çatma zaman öngörülerini ve tecrübelerini dikkate almayacak kadar güçlü ve başına buyruktu işte. Eyvallahı yoktu. Haziran ayında, nisan yağmurlarına rahmet okutacak kadar şiddetli yağıyordu. Bereket ve rahmet gibi gayet iyicil sıfatlarla tanımlardı aslında yağmur hep, evet ama o zamansızlıkta tedirginlik verici bir şeyler vardı işte yine de. Çözememiştik o zamanlar. Öngörülmedik ve beklenmedik doğa olaylarının hiç birisi yeryüzüne huzuru indirmemiş ve yüz güldüren sonuçları getirmemişti tarih boyunca çünkü. Bu yüzden, tekin olmayan bir diken üzerindelik muhakkak hissedilirdi, zamansız doğa olaylarında. Mahluk, zamanın kırbacıyla her an terbiye edilip şekillendiriliyorken, içinde yaşadığı ortamın zamana-takvime- hiç söz geçirecek kadar yetkin olmayışı, e diken üzerine koymaz olur mu onu? Edilgenliğinin üzerine bir kat daha binmiş gibi, daha fazla ezilmiş gibi, acziyetini bir kez daha idrak etmiş gibi.
Ya da belki kim bilir, zaman, fikrini değiştirmiş olabilirdi. Belki de sadece öyleydi. Aldığı ilahi bir buyruğun hükmüne itaat ediyor ve bunun gereğini yerine getiriyordu. Ediyordu etmesine ama biz faniler o emrin verilişinden yana habersiz olduğumuz için şaşkınlık ve tedirginlikle karşılıyorduk ortaya çıkan sonuçları işte. Senaryoyu hiç okumadan rol yapmak zorunda kalan bir oyuncu gibi.
Neyse, bunları boş verelim şimdi. Zira yağmurdan değil; ondan bahsedecektim ben size aslında. En başta sözünü ettiğim, o uzaklara dalan kişiden hani. Bakışlardan bahsediyorken ‘bakmak’ yerine ‘dalmak’ sözcüğü daha yerinde oluyorsa -buradaki gibi- başka gözlerce seçilemeyen ama yalnızca faile ayan dipsiz bir okyanus gelir aklıma. O yüzden ‘dalmak’ işte. Varış noktası belirsiz olan, sulu bir ortamındaki dikey yönlü nefessiz yolculuk… Ne var ki, bilirsiniz, “derin acılar dilsizdir.”* Tam da bundan dolayı, o kişi tam bir sessizliğe bürünmüştür. ‘Dilini yutmak’ deyimi illa şaşkınlığı değil, acıyı da ifade edebilir o halde, öyle değil mi? O da öyle işte: dilini yutmuştu.
Ah keşke radyodaki şarkılar biraz daha neşeli bir tınıya sahip olsalardı da, işe hiçbir dahlim olmadan, su yüzüne çıkıp nefes almasını izleyebilseydim onun biraz. Dedim ya, müdahil olmuyordum ve olmayacaktım. Gösterilmesi şart olan bir saygıydı bu. Fakat onun yanı başımda otururken, çok uzaklarda ve ulaşamayacağım kadar derinlerde olması fikri, kendimi aciz hissettiriyordu bana. Eh, herkesin içinde bir kahraman yatar sonuçta, öyle değil mi? Zor durumdakini kurtarmak isteyen bir kahraman ve iyi durumdakini kıskanan bir hain, herkesin içinde vardır. Fakat o hainden, başka bir yazıda söz ederiz; nitekim uzun konudur. Şimdi, eli kolu bağlı kaldığı için buna isyan eden bir kahramanın can çekişmesi var bu yazıda. Daha doğrusu, o da değil de, o var sadece. O. Hüzünlü prensesimiz…
Ve bir prensese hiç yakışmayacak olsa da, direksiyonunda bulunduğu arabanın camını indirip okkalı bir küfür savurmuştu yandaki sürücüye az sonra, biliyor musunuz? Olsun, ağzına sağlık! Bir şekilde çıkmıştı ya o okyanustan. Ben ona bakarım. İyi etmişti. Aniden. Hem de vurgun yemeden, her nasılsa. Buradan doğan fırsatı değerlendirip, neşeli şarkıların çaldığı bir radyo istasyonunun frekansına geçmiştim ben de hemen.
İşte mevsimlerin ve dengenin değişiminde milat kabul edilen yılın; 2023’ün Haziran ayında böyle bir kesit yaşanmıştı.
*Ünlü düşünür Seneca’ya ait bir söz.