O nazlı güzel randevusuna gelmekte biraz gecikti. Bu yıl gecikti. Güzellerin huyudur zaten nazlanmak. Böyle yapsa da elbet yine gelecek. Bize düşen bir güzel sabırla ve kararlılıkla onun teşrifini beklemek. Her seferinde muradımıza ermedik mi? Geç de olsa gelmedi mi?
Hoş, çoğuna göre çoktan gelmiş sayılır o. Lakin yalnızca eliyle koluyla değil, tümdem bir arz-ı endamıyla geldiğinde, gözlerimdeki bakış tamamen onunla dolduğunda gelmişten sayacağım ben onu. Maşuklar ancak o zaman vuslata ererler çünkü. Kolay kolay yetinmezler.
Benim gibiler için bile, o nazlı güzel geç de olsa gelecek randevusuna, yine. Bu sene de çiçek kokulu nefesi ve ışıldayan yüzüyle ha geldi ha gelecek. Tam vaktindeyiz. Adımlarının sesine kulak veriyorum da, epey bir yaklaştı.
Bahar… Çiçek kokan nefesi ve ışıl ışıl yüzüyle kapımızı çalmakta. Kapıda. Evde üşümüş ve donmuş olan her ne varsa onu koynuna alıp ısıtmak üzere. Sokaktaki üşüyen hayvanlar ve kuruyan ağaç dallarına gerekli olan şefkat de yine onun tatlı okşayışlarında saklı. Aylardır meyve diye, yaz diye; hazan diye, sonbahar diye; kar diye, kış diye içinde saklayıp biriktirdiği her ne varsa hepsini cömertçe bizlere sunmak, bizlerle paylaşmak, paylaştıkça da çoğaltmak için gelecek yine. Bereketin diğer ismi, nam-ı diğer ilkbahar.
Fark ettiniz mi bilmem ama öncesindeki kış ne kadar sertse, bahar da o kadar yumuşak. Ard arda iki tezat, birbirlerine ancak bu kadar yakışabilirdi.
Kış ile yaz arasındaki köprü, ara bulucu ilkbahar… Bence başlı başına bir başrol oyuncusu; ara değil ana mevsim. Ana ve dişil bir mevsim. Doğurup, doğurduklarını büyütmesi üzere yaza bırakan bir öz anne. Yavrularını diğer üç mevsim boyunca uzaktan gözleyip, yaşına giren çocuklarıyla seneye kucaklaşan hasret dolu bir ana. Ara değil ana mevsim.
Her sabah, evimin önüne çiçekten ayak izlerini bırakmış mı, atmosferi çiçek kokulu nefesiyle doldurup ısıtmış mı diye ümitle koşup kapımı açsam da yok, henüz gelmemiş. Yani, bütün olarak arz-ı endam etmemiş, dedim ya. Tek tük ağaçların boynuna çiçekten kolyesini geçirmiş bir. Tek tük. Benim hesabıma göreyse, tek bir ağacın çiçeksiz kalmadığı gün, bahar gelmiş olacak. Ama az kaldı. Biliyorum. Hatta bu yazı gazete sayfasında okunup hayat bulunca, o da eksiksiz halde vücuda gelmiş olacak çoktan. Öyledir çünkü. Sessizce biriktirilenler, bir gümbürtüyle ortaya dökülünce, sanki her şey birdenbire olmuş gibi olur. Bardaktan taşan ve görülen son damladan önce aslında damlayıp biriken ama görülmeyen onca damlanın varlığı gibi.
Bahar da öyle. 3 mevsim boyunca topladığı gücü birdenbire gözler önüne serecek. Her şey birden bireymiş gibi; tamamen görünmeden önce sadece bir elini kolunu göstermemiş gibi. Çiçek kokulu nefesini bir sabah koklayabileceğiz ve onun ışıl ışıl yüzüyle karşılaşabileceğiz, bir sabah. Sonra da o şarkıyı söyleyeceğiz: “Bir ilkbahar sabahı, güneşle uyandın mı hiç?”