İzafi de olsa, klâsik güzellik anlayışından uzaklaşsak, güzeli algılama biçimimiz farklılaşsa; ahlâkla, Cemal’le bağlantı kuramasak, hatta kimimiz düpedüz çirkini, “güzel” diye iman tahtamıza yazsak da, bir “güzelleştirme” çabasından ekseriya kendimizi alıkoyamıyoruz.
Çirkin fiillerimizle birlikte, güzel(lik) arayışımız var.
Yahut yozlaştırmamıza, tahrifata uğramasına; ölçülerimizin değişkenliği ve tutarsızlığından yanlışlarımıza “güzellik etiketi” geçirmemize rağmen bir “güzelleştirme” niyeti, arzumuz bulunuyor… Üstelik Güzelleştirme kahramanlarımız mevcut.
Sanki âlem, biz keşfedemesek de gizli bir güzellik faaliyeti içinde.
Bastırılmaya, süflileştirilmeye çalışılsa da hiç umulmadık yerlerden, birdenbire neşet ediyor, güzel yüzünü gösteriyor.
İnsandan ümit kesmememizin bir sebebi de bu. Güzellik de bir hafıza, saklansa dahi yerleşik bir olgu.
Fakat daha ziyade, görsel fizikî güzelleştirme gayreti içindeyiz.
Bu katkıların gelişimimize tekâmülümüze etkisini inkâr etmemekle birlikte; güzelleştirme için ve dışın birleştiği, paralel yürütülebilecek, beraberce götürülecek bir vakıa.
Pekiyi Güzeli tanır mıyız? Belki, sadece uzağına düşeriz.
Uzağa düşmüşlüğümüz, muhtemel çirkinliğimiz, güzelleşmeye dair şiddetli ihtiyacımızdan.. herhalde ısırmaya mecbur olduğumuz “dünya elmasından” bir güzellik vitamini/sermayesi bulma zorunluluğumuzdan…
Hele “İlâhi Güzelliğe” doğru gidiş söz konusuysa; yolda mesafelerin aşılmazlığı, engellerin katlanması, benliğin şahlanmasından...
…
Güzelleştirmek için, güzeli bilmek “inanmak” gerekiyor. Ki güzelin eteklerinde mutlu olabilelim, iç kuvvetlerimizle diri kalabilelim.
Güzelleştirme, mevcut “güzellik sürecine” dâhil olabilme. Bütüncül bir güzelliği yakalayıp tut(un)abilme.
İnanç anlam meselesi… Güzele, doğruya, gerçeğe iman. Biliyoruz ki güzelliktir hakikatin merkezinde, “mutlulukla” birlikte yer alan.
Bir fikir, teraküm, eylem gerektiren; işe kendinden kalpten başlattıran.
Çünkü sükûn bulmuş, itminana kavuşmuş gönüllerle evvelâ güzeli “hissetmek”, daim iştiyak duymak gerekiyor. Tutku, kararlılık, ille de açlık…
Ve derinliklere işlemiş bir güzelliği korumak, yaymak, üste çıkarmak için “amel” önceliğini kesin(lik) sayan.
"Güzel sevdasıdır” başa belâ, insanı mahcup mahbub(e) ve makbul kılan…
Güzelliği bir yaşama tecrübesi olarak içleştirme, güzel görüş sahibi bulunmaktır “güzelleştirme”.
İç dış, çevresiyle dünyasıyla güzelleş(tir)me.. bir bilinç, yetiş(tir)me.
Turgut Cansever, “Mimarinin görevi dünyayı güzelleştirmektir.”* derken, iç mimariyi de önceleyen, mutlak bir güzellik ölçüsünde bütün uygulamalarımıza sızan yansıyan ve hayatımızı ihata eden bir şuurun, inşanın eseriyle konuşuyordu şüphesiz.
İşlerimizin tümünde, yaşama üslûbunda güzelliği gözetme seçme ve yerleştirme.
İman güzelliği, zaman güzelliği, mekân ve en önemlisi “insan güzelliği”…
“Hazreti İnsanın” yakışıklılığı, haslığı.. Güzelle tenasübü tesanütü…
Eğer güzelliğinde dereceleri, katmanları, mertebeleri varsa; eriştiğimiz gördüğümüz her güzellikle yetinmeyeceğiz, hudutsuz kayıtsız ve “hür” olanına koşacağız demektir.
Halil Cibran’ın cümleleriyle konuşursak: “Yüce güzellik beni esir eder/ En yüce güzellikse beni kendimden azat eder.”
Kendimizden bile kurtaracak bir güzelleştirme…
Fanî değil, Bakî Güzellikte er(i)me…
Ölümsüz bir dünyanın eşiğinde, “Güzel sonsuz(luğun)u” götürme.
*(Kubbeyi Yere Koymamak, Timaş Yayınları, sf. 93)