Ulaşım, haberleşme ve bilgiye ulaşmak: günümüzde kolay sayılır. Bunu bir avantaj gibi düşünsek de azalan tahammüllerimiz, zayıflayan sabrımız ve odaklanma sürelerimiz bu bilgiye ulaşma kolaylığını yönetmeyi de oldukça zorlaştırıyor. Bilgiye kolay ulaşmayı sağlamakta öne çıkan sosyal medya çılgınlığı
bir yandan çok değerli zaman kayıplarına yol açarken bir yandan da insanı yalnızlaştırıyor. Buna biraz da kalabalıklar arasındaymışız gibi görünen bir aldatmacanın yarattığı yalnızlığı da ekleyebiliriz. Üstelik kimse ne kaybettiği zamanın ne de içine düştüğü yalnızlığın asla farkında değil.
Gerekte hepimizin, herkesin bazen yalnız kalmaya da ihtiyacı olabilir. Ancak içimize kazınmış olan yalnızlığı sosyal medya ile doldurduğumuzu düşünerek kendimizi kandırıyoruz. Belki de çoğu kişi bu bilinçli kandırılmanın sonuçlarına bakmadan bu sosyal medya tutkusuna alışmış olduğu için önemli bir başarmışçasına kendi kendilerini alkışlıyordur.
Bilgiye bu kadar kolay ulaşmak belki de büyük emekler gerektiren araştırma hevesimizi dumura da uğratmış olabilir. Çocukluğumun en güzel sosyalleşme etkinliklerinden biri olarak düşündüğüm kütüphane alışkanlıklarının yerini, bu sanal kalabalıklar arasında boş zaman doldurma adına, adeta bir boş zaman öldürmeye dönüştüğünü de öğreniyoruz. Doğrusunu isterseniz boş kalabalıklar yanında
zaman öldürme yerine bazen kaliteli yalnızlıkları da özlüyorum. Yönetilmeyi ve yönlendirilmeyi beklemeden, kendi hayatımızın navigasyonunda öznesi yine biz olarak, etkinleştirdiğimiz eylemlerimizle, hayat matematiğimizin denklemini sadeleştirmeli ve zaman yönetimini bilinçli bir şekilde ele almamız da gerekiyor
Kalabalıklar arasından sıyrılıp zaman zaman küçük bir doz da olsa yalnızlığı almalıyız hayatımızın içine. Çünkü kalabalıklar kadar yalnızlıklar da bir şeyler öğretir insana. Çoğu kişinin söz ettiğim bu yalnızlık özlemini pek sevmediğini ve yalnız kalmamak için çareler aradığını biliyorum. Elbette bunun da haklı birçok nedeni vardır. Bu yüzden yine de zamanımızı doldurma yollarının başında dostlara ulaşmak gelir.
Bu nedenle çoğu zaman “yalnız kaldım arayayım dedim”, ”çay da hiç yalnız gitmiyor” veya “yalnız turları sevmem, sen de gelir misin” gibi sözlere ihtiyaç duyarız.
Zaman zaman tercih ettiğimiz yalnızlık dilimlerinin insanı bazen daha da güçlendirdiğini ve bu gücün tüm hücrelerimizde hissedildiğini görürüz. Farkında olmadan bu güç u güç de bir özgüven kazanarak
Yalnızlık dozunda olursa bu, kendimiz için biraz şifa olduğu gibi dostlarımız için de bir tür empati sayılır. Bu empati sayesinde kendi duygularımızı yargılar, başkalarının duygularını da anlamaya çalışırız. Kendi özelimde, yakından tanıdığım ve yılladır yalnız yaşadığını bildiğim Emine Teyzenin duygularını da ancak bu sayede, bu empati duygusuyla anlamaya çalıştığımı düşünürüm.
Yalnızlık tefekkür etmektir ve karanlık göz yüzüne kafanı kaldırdığında yıldızların ve ayın, sonsuz boşluğu yaratanın sahibine şükürlerini sunmak ve hayranlığı yaşamaktır. Kalabalıklardaki perdenin kalkması ve rabbinle yakınlığındır.
Yalnızlık kendini bulmaktır ve bunun ne büyük nimet olduğunu anlamaktır, Kalabalıklar içinde aldığımız övgülerin nefsimizi kabarttığı, kolaylıkla şımarttığı gerçeğini yalnızken kendini sorgulayarak ve eleştirerek olgunluk kıvamını ulaşmak, törpülemektir.
Yalnızlık benim için yazmaktır, öğrenmektir, güçtür ve hayat matematiğinin en sade halidir. Ama bir yandan da tahterevallinin karşısına oturttuğum bir dengemdir
Hayat yalnız olmasa da bazen yalnızlık diliminden faydalanmalı ve tercihlerimiz arasına almalıyız. Bu sadeleştirme denklemi her zaman bizim elimizdedir ve bazen yalnız kalarak daha sağlıklı ayar verildiğini unutmamalıyız.