2016 senesinde bir Amerikan şirketince yapılmış anket sonucuna göre; “Ülkesi için savaşmayı göze alan ülkeler içinde Türkiye yüzde 73 ile 12’nci sırada yer alıyor.
Bugün bir anket yapılsa, oran belki daha da düşecek.
Ruhlarda depremler oluyor; kâbuslar yaşanıyor. Bir keşmekeştir gidiyor. Sanki kolayca güdülen, sürüklenen bilinçsiz varlıklar meydanı kaplıyor.
Bir tarafta milliyetçi söylemler, diğer yanda federal sistem tartışmaları. Türk adını, kimliğini silme çalışmaları. 2. Oslo görüşmeleri.
“Sadece 2018’de yabancılara konut satışı, ilk altı ayda 11 bin 800 adeti bulmuş.”
Demek ki toprak, yakın komşularımızın haçlı mı haçsız mı, erorist(!) mi terörist mi bulunduğu; gizli işgaller, emperyalizm sövgüleri, bu vatanın sahipliği o kadar da önemli değil.
Suriye(li) sevdası, Filistin havası. Diğer tarafta Doğu Türkistan faciası. Türk toplulukların kahreden yalnızlığı, hazin macerası…
Bir haber: “…yeniden görülen 237 sanıklı Ergenekon davasının açıklanan savcı mütalaasında ‘Ergenekon terör örgütünün varlığı ispat edilemediği gerekçesiyle tüm sanıklar hakkında ceza verilmemesi talep edildi.”
Peşin düşmanlıklarla neler yazılmış çizilmiş, ne hayatlar altüst olmuştu 10 yıl boyunca hâlbuki. Ne kadar kolaydır; telafisi imkânsız hatalardan, güne uygun geri dönüşler, nisyanlar, egemenlik kuvvetiyle günahı da bağışlanmayı da umursamayışlar, Fransız kalan muhteşem(!) “Pardonlar!”
Adalet namına. Hepsi millet için, adalet inadına.
…
Hayatı hikmet, hisse, ibret gibi dersler alınan bir saha, bazen keşfedilecek bir vaha gibi değil; sadece bir rekabet, ne pahasına olursa olsun başarı, ele geçirme, hükmetme hırsının geçerli olduğu bir mücadele alanı gibi algılıyoruz. İlmin, eğitimin haysiyeti yok.
Davaların, yüce varsayılan bir gayeyi güdenlerin bir şerefi, onuru vardı evvelce. Ayrı fikriyatta olsak bile saygı duyuyorduk birikimimize, çabamıza, kişiliğimize.
Siz artık “Şu düşünce karşısında veya yanısıra falanca görüşler, akımlar var. Belki o bir çözüm yolu olabilir veya araştırılıp, tanınıp, yararlanılabilir; asgarî müştereklerde birleşilebilir” bile diyemezsiniz. Hepsi çöküyor, çürü(tülü)yor.
Eski sağlamlığından eser kalmamış; temsil(ci)leriyle, müntesipleriyle, çığırtkan havarileriyle, derin yaralar almış. Ne idüğü, ne düdüğü(!) belli değil.
Zengin, nitelikli, hür düşünce üretimi görülmüyor; hâkim siyasetle içiçe bağlı.
İnsanlara; bir zamanlar nice ömür verilen, canlı bedeller ödenen davalara sırtınızı dayayamaz, güvenemezsiniz; ‘dostum, ailem, ülküm, ülkem aşkım’ diyemezsiniz.
Din parça parça oldu. Söz gelişi ağız tadıyla ibadetinizi, haccınızı yapamazsınız. Korkunç, zehirli imajlar düşecek belki de yüreğinize.
Sevdiğiniz herhangi bir şeye karşı; soğukluk, nefret, şiddet gibi yaralar, mesafeler oluşacak; altınızdan basamaklar kayacak, yeni müspet bir şey inşa edemeyecek, üste koyamayacaksanız. Şüpheler gölgeler belirecek; beyniniz, gönlünüz bulanacak, kemirilecek.
İçinden çıktığımız kovuğu, kavuğu, toplumu taşlayacağız.
Hayatın anlamı bir bir sönecek. Öyle şekilsiz şemailsiz olacağız ki, ‘top’ gibi yuvarlanacağız, nerey neremizden tekme yesek, icbar edilen istikamete doğru akacağız.
…
Hiç bir şey bildiğimiz gibi, eskisi gibi değil. Anormal bir şekilde değişken. Korkunç bir boşluk. A, A mıdır, emin değiliz.
Maskeler, maskeler… Yaman çelişkiler, zikzaklar, eğriler…
Tarih, geçmiş, gelecek; birbirini tekzip eden, silen yorumlar, suçlamalar, ithamlar, hain(lik) pazarla(mala)rı.
Bir tarafta bütün cepheleriyle, artık sadece dünya değil ahirette de yer bulmayacak şeytanlaştırılmış, ebedî mücrim muhalefet.. diğer tarafta hiçbir hatanın lekenin sorumluluğun üzerine değmediği, mahşere dek masum, mazlum, mağdur.. ebediyen ak apak, beyaz muktedir.
Bunların hepsini normal, olağan, şan(ımız)a yakışır, makbul telâkki edeceğiz. Görmeyip, düşünmeyip, iplerimizden çekileceğiz.
Hepsi, her şey çöpte. Düşünün, tutunacak bir dalımız bulunmuyor. Bir ışık gelmiyor.
Neye inanacak, neye sarılacaksınız. Arkamızda önünüzde derin uçurumlar açılıyor. Çalacak kapı bırakılmıyor.
Kimin eliyle itibarsızlaştırılıyor, mahvediliyoruz. Allah aşkına, biz nerde duruyoruz?
Herhâlde ancak bir düşmanın yapacağı tahribatla karşı karşıyayız. Ama müsebbibi, faili, fedaisi, kurbanı biziz.
Bütün dönemleri, tarihleri, önderleri, değerleri lekelersek; güne ne aktaracağız, ileriye hangi öz(gün) kültürü taşıyacağız.
Sırf güncel, çıplak, derme çatma bir miras olabilir mi?
Ne vahim bir manzara, nasıl bir siyasettir bu?