Yaşadığımız dünyada, iç ve dış hayatımızda bir takım sıkıntılardan, mihnetten kaçmamızın imkânı yok. Bir çemberin içinde sıkışıp kalıyoruz.
Kitaplar bazen küçük kaçışları sağlayabiliyor. Envaiçeşit renk ve seslilikle dâhilî- harici kesretin, karmaşanın uzağına götürüyor.
Ahmet Rasim(1864-1932), lâtif neşe saçan üslubuyla, Ramazan günlerine en çok yaraşan yazarlardan.
Onun çocuklara tavsiyelerini biliyoruz; mesela bayram için küçüklerin bazı istekleri var. “Onları daima kolladığı, yol gösterdiği(!)” iddiasındaki Yazarımız, çocuklara: “Babanız, ‘yarın gidelim de alalım’ der demez susun, gülümseyerek yanına oturun, boynuna sarılın, şapur şupur öpüp harçlık istemeyin. Akşama iftara uslu durun, bir şey istiyor mu diye gözünün içine bakın, ilk işarette hazır olun. Yalnız sabahleyin erkenden kalkıp onu hazır bir halde bekleyin. Belki oruç keyfiyle unutur. Yüzünüzü, gözünüzü silin, kendinize biraz çeki düzen verin.” Diye taktik veriyor.
Tam aksi önerilerde de bulunuyor:
“Öyle çok ağlayın ki evin içi zırıltıyla dolsun, o derece dolsun ki babanızda annenizde kendilerine gelecek güç kalmasın.”
Ahmet Rasim’in öğütlerine(!) ne kadar uyulmuştur bilinmez ama sokakta rastladığı bazı çocukları anlatımı hoştur. Gözlem ve çekici tasvirlerine dikkat!
Zırlayın “…babanızda annenizde kendilerine gelecek güç kalmasın’ diye düşünürken çarşı kapısında bir tanesinde dek geldim.
“Henüz altı-yedi yaşlarında, başında püskülsüz, ipeğin yukarı kalkık durmasından para kumbaralarının yarısını resmeder şekilde yarım küre, dilim dilim bir fes, saçlar kıvırcık, biraz tombul, kirli beyaz çehreli, kulakları kalkık, gözleri cin gibi fırlak, yalnız evde ağladığını ispat eden sağlı sollu yaş yollarıyla yüzü çift çizgili, dudakları kızarmış, feryada hazır, hırkalı, asılı donlu, kunduraları bir tarafa basık bir toraman, anasının eline yapışmış, babasının arkasından yürüyordu. Fakat ne yürüyüş, arbede çıkarır! Gözleri fırıldak gibi dönüyor, muhallebicinin önünde ufacıcık gerildi. Elbise hevesiyle derhâl unutarak, zıplaya zıplaya, ağzını yaya yaya yürümeye başladı. Eliyle, parmağıyla her dükkânı gösteriyor, simitçiye gülüyor, poğaçacıya imreniyor, önündeki çocuğun püskülünü çekiyor, ayağı sürçüp kayıyor, anasının yeldirmesine asılıyor, Japon malı şişirme düdüklerinden istiyor, yeşilli, allı, morlu balonlara tabut gibi bakıyor.
Bu küçük gözümün önünden kaybolur kaybolmaz koyu çehreli bir tanesi daha göründü. Sarışın, fes bir buçuk aylık kalıbın verdiği dayanıklılıktan mahrum, fakat püsküllü, hurma kabuğundan nalın, gümüş güğüm şap, sarımsak, yirmi bir çörek otu muskalı, gözleri ağlamış, dudakları emilmiş, surat asık, galiba birkaç şamar yemiş, setreli, pantolonlu, çıkıtık çıkıtık öten galoş potinli, devamlı önüne bakıyor; nohut renkli ferace giymiş büyük anası önde, siyah çarşaflı anası yanında, mavi çarşaflı hizmetçi arkada gidiyor. Gören korumalarıyla giysi dükkânına gidiyor sanır.
Alın bir tane daha! Fakat bu mavro(esmer, kara). Kıvırcık, güzel gözlü, sevimli, hüngür hüngür ağlıyor, dönüp dönüp iskete gibi öten düdükleri satan Yahudi’ye bakıyor.
Bir tane daha! Pembe hotozlu, önü dantelalı, kırmalı, kanarya sarısı entarili, elinde mor şemsiye, zayıfça, biraz ağlamış, o da haline göre direniyor.
Bunların sonu gelir mi? Fakat bu gelen dehşet! Giyinmiş, kılıç belde, apolet omuzda, asker püskülü anasının hızla çekip götürmesinden fırıl fırıl dönüyor, o da tin tin gidiyor, elinde bir simit, kemiriyor.
O! Bu daha yaman! Aman Allah! Çarşı birbirine karışacak. Babası elinden tutmuş, o yerlere yatıyor, fes elinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyor, lastiğin biri fırlamış, pantolonun k… çamur içinde. Bağırmaktan kısılmış sesiyle, 'Gitmem, gitmem!’ diye haykırıyor. Babası hem çekiyor hem de ‘Yürü hınzır! Bak eve gidelim de seni nasıl gebertiyorum.’ Diye tehdit ediyor. Fakat kim dinler. Haydi! ‘ Ne alâ makaralarım var, dikiş iğnelerim!’ diyen Yahudi’ye tutundu. Babası ikisini birden çekip götürüyor. Yahudi hayrette! Kendini zor kurtarıyor. Aman aman! Dokunmasın. Eyvah! İhtiyar kadının değneğine çarptı. Varda! Destur! Ben demedim mi? Poğaçacının sehpasına ayağını taktı.
Oh! Bu ne kadar nazik, ne kadar terbiyeli. Mavi püsküllü fesi düzgünce kesilmiş sarı saçlarına, kaşlarına kadar oturtulmuş, lacivert, içi kırmızı harmanili, gözler mutlu, bakışlar sevinçli, ağırbaşlı, lâkin azıcık endişeli, pantolonu kısa, siyah çorapları meydanda, bağlama potin üzerine temiz lastikle çekilmiş, eller serbest, tâ önde, kibar kibar yürüyor, arada balona bakıyorsa da hırsla değil, umursamadan…” (Ahmet Rasim, Şehir Mektupları, Kapı Yayınları, 349-352)
Manevî neşesini tadacağımız, hayırlı ramazanlar diliyorum.