Bir Başka Konya

Hüzeyme Yeşim Koçak

Çoğumuz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabındaki, Konya ile ilgili sevgi dolu satırlara aşinayızdır. Konya’yı farklı zamanlarda, değişik açılardan yerli-yabancı başka yazarlar, seyyahlar da ele aldı, değerlendirdi şüphesiz.
Bunlardan biri de Ruşen Eşref Günaydın’dır. Onun Tasvir-i efkâr Gazetesi’nde; “Konya İlk Tahassüsler” başlığı altında, 1919 senesinde yayınlanan yazısı, bize değişik bir Konya’yı anlatıyor. Buyurun okuyalım:
“Trenin otuz saat bunalırcasına koşup da tüketemediği Sanova’nın ortasında Konya yemyeşil bir vahadır. Bu kadar düz ve tenha araziden sonra görünüşü insana ne kadar teselli verir!... Sanki içinde hiç vak’a olmamış, hiç “Likonya”nın, Selçukî devletinin haşmetini ve inkırazını görmemiş taze bir korudur. Öte ucundan yemyeşil sivrilen ve güneş vurdukça altın sikkesi pırıldayan türbe-i Mevlâna ile, ağaçlar arasından kabaran Alâaddin Camii ile bu şehrin, dışından uhrevî bir rengi var… Yeşilliğinin üzerinden eksilmeyen tozuyla eski sanduka örtülerini hatırlatır…
Bu tahassüssü muhafaza etmek isteyenler Konya’ya girmeden geçmeliler!...
Bugünkü Konya’yı kısaca nasıl anlatmalı! Bayram yerlerinde kalan bir Irak-ı Acem sesiyle çocukları başına toplayan macuncular vardır. Demir çubukla tepsinin her bölmesinden bir renk yontarlar ve eğri büğrü bir deynekle renk üstüne renk dolarlar… İşte Konya’da böyle uzun bir caddedir. İstasyonda dünyevî bir tahassüsle başlıyor, türbe-i Mevlâna’da uhrevî bir tahassüsle bitiyor… Konya’nın medenî nesi varsa o caddenin etrafına toplanmış: Bir abide vakarını haiz darülmuallimin binası o caddenin üzerinde, en rabıtalı evleri oraya kurmuşlar, Amerikan polikliniği orada, Protestan kilisesi orada, Rum  mektebi, Gub ve Şihab fotoğrafhaneleri, sıhhiye müdüriyeti muayenehanesi, Servet Bey Hastanesi, Sanayi mektebi, sinema, hükümet konağı ve meydanı, postane, banka, çarşı, Şerafeddin, Aziziye ve Sultan Selim camileri, 100 000 lira sermayesi olduğunu levhasında bildiren Celaliye Ziraat Anonim Şirketi, Konya’da Tokalıyan yoktur demeyin fahriyesinin muhtevî el ilanları dağıtan bir katlı Hilâl lokantası hep orada!...
Bu caddenin hayatını birkaç payton ve landoyla bir ucundan öbür ucuna işleyen tramvay temin ediyor fakat ne tramvay: Eski beygirlerle birlikte galiba İstanbul’dan sürülmüş!... Borular ötüyor, kırbaçlar şaklıyor… O vagon harabeleri, bu beygir harabelerinin arkasında sürükleniyor. İçleri, uzun feslere dolanmış burma yemenilerinin ucu omuzlarına değen, koştukça kısa paçalı çakşırları koyun kuyrukları gibi iki yana sallanan heybeli, torbalı Konya halkıyla dolu… Bu adamlar arabaların yanına, arkasına da asılıp çekiştirmiyorlar mı, şimdi eğri büğrü teneke kaburgalar orta yerinden şakkadak ayrılıp büyük bir kaza olacak diye korkuyorsunuz…
Bu caddenin arkasında kalan kerpiç şehirse öbek öbek kurmuş bir çamur yığınıdır. Daima öyle tahayyül edersiniz ki beldeye arabalarıyla birtakım nezaketperver insanlar gelecekler, bu kuru çamurdan yığınları kürek kürek kaldıracaklar, ta ki eski kümbetler, eski mimarî şaheserler, velev harabe hâlinde, biraz meydana çıksın!
Biz girdiğimiz gün yaprakları döken delişmen bir rüzgâr bu şehri alt-üst ediyordu. “Konya’nın tozu, Sille’nin kızı, Meram’ın yüzü” diye bu beldenin üç işaretini anlatan bozuk secili cümlelerden birincisinin ne demek olduğunun anladık. İstanbul’da vapurları yolundan alıkoyan sis bu dumanın yanında tül gibi hafif kalır… Yanımızdan geçerken landolar içinde bir an farkedebildiğimiz insanların gözleri birer çift iri siyah camdan ibaretti. Bu uzun feslerin, şal kuşakların, kısa cepkenlerin arasında böyle iri iri siyah cam gözler masallardaki umacılar gibi korkunç ve gülünç bir şey… Fakat nafile, bu toza bu tedbirler de kâr etmiyor. Dişlerinizin arası çıtırdıyor, kulaklarımız uğulduyor, burun delikleriniz tıkanıyor, gözleriniz acıyor ve yanıyor, enseniz kaşınıyor. Bu şehirde yıkanmanın, giyinmenin, hele süslenmenin beyhude bir zahmet olduğuna kanaat getiriyorsunuz. ‘Tozdan dumandan ferman okunmuyor’ tabiri acaba burada mı icat edildi! ‘Allah aşkına buralarda belediye yok mu, su yok mu, taştan kaldırımlar yok mu!” diye bar bar bağıracağınız geliyor. Feridiye Caddesi’nin iki kenarında havaya kalkmış bir süpürge gibi duran yapraksız kavakları eğip şu yerleri adamakıllı süpürmek, bu toz girdabını bir kıyamete çevirmek, içinde boğulmak ve boğmak istiyorsunuz. Zira bu toz o kadar nevmit eden bir şey. Muhakkak Konya evlerinde beyaz döşeme, tozsuz mermer, temiz boyalı ev cephesi, şeffaf cam nadir, ihtimal de muhal bir şey olacak!
Kadim Yunanlılar, bilhassa zarif Selçukîler bu çorak ovaya nasıl payitaht kurdular. Bütün o nazlı mimarîlerinin ince oymalarını hep bu tozlar altında  bozulsun diye mi işlediler!... Cidden bu toz,  bu şehirde içtimaî, sıhhî, bediî bir mesele!... Esatirî bir rivayete göre ‘Likonya’ merkezi olarak ‘Dânâya’ ismiyle ilk kurulduğu zaman bu şehre bir ejderha dadanmış, ikide birde kadınlarını, kızlarını yer dururmuş. Nihayet Jüpiter’in oğlu ‘Persiyus’ o ejderha’yı öldürmüş de, şehri belâdan kurtarmış. Şükrane olarak ahali bu kahramanın resmini beldenin kapısına asmışlar. ‘Sanem’ mânâsına gelen ‘ikon’dan da buraya o resim dolayısıyla ‘İkonyum’ denmiş. O ejderha masalın olsun, fakat bugünkü ejderha Konya için şu tozlardır.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Damla Damla; İstiklâl Yolunda Bayrağımız; haz: Celalettin Aksu, Tablet Kitabevi 2009, sh. 19)

Ruşen Eşref’in “tozlu bir Konya fotoğrafı” veren eleştirel yazısı, Konyalı olarak pek gururumuzu okşamıyor. Ve memleketin harp içinde olduğu, zorlu, karmaşa dolu yıllardan şehrimize dâir bir kesit veriyor. Ama bugün için de alınacak dersler var.
Kabul edemesek de Konya’dan İkonion’a giden bir süreç bulunuyor. Siz istediğiniz kadar ‘Mevlâna Diyarı’ deyin, ‘Yaşasın Persiyus!’
 Demode(!) Konya yerine, yeni yoz bir kimliğin belirtisi olarak İkonion ismi alıştırılıp yerleştiriliyor. Yabancı mekân adları, varlığı, etkisi giderek çoğalıyor.
Şehrin aslî hüviyetini bozan ve ruhunu cendere altına sokan nice uygulama görülüyor. Öz kimliğimiz ve tarihimiz, Türkiye çapında; maddî-manevî bir toz perdesi altında bırakılarak karartılıyor.
Diğer taraftan millî değerler ve Türk dili itibarsızlaştırılırken, Kürtçe “teröristine” varıncaya kadar, aksi hilafına; fakat yekûnda hepsi Türkçenin, millî bütünlüğümüzün aleyhine olmak üzere, bölücü bir şekilde irtifa ve değer kazanıyor.
Doğrusu ben geleceğe nasıl bir şehir ve ülke ısmarlayacağımızı merak ediyorum. Gafletle, şuursuzca yapılan eylemler, istikbalimizi de şekillendiriyor çünkü.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.