Ramazan ayında tarihten seslere, maziden izlenimlere yer veriyoruz. Bu anlatımlar ayrı bir tat da veriyor zannediyorum.
Ünlü romancılarımızdan Halit Ziya Uşaklıgil, “Saray ve Ötesi” adlı kitabında, dört yıla yakın kaldığı, mabeyn başkâtipliği görevi sırasındaki hatıralarını anlatır; “devrin ileri gelenlerinin portrelerini çizer.”
Dönemin Ramazan faaliyetlerinden bahsederken, bazı alaylara temas eder:
“Topkapı sarayında kalan intibalar içinde, ramazanın on beşinde burada Hırka’ı Saadet ziyareti münasebetiyle yapılan dinî merasim vardır.
Abdülhamit en çok bu on beş ramazan alayından korkardı. Bütün İstanbul, o zaman şehrin inzibat tedbirleriyle nasıl korkunç bir hal aldığını bilir” (sf. 116)
“Abdülhamid’in Yıldız’dan Topkapı’ya kadar bu şehir gezintisi, sarayından on adım beride Hamidiye camiine kadar selâmlık yapmasına benzemezdi, orada bile bomba suikastı vukua gelmemiş miydi? Beş on gün evvelinden işe başlanırdı; belediyesi, zabıtası, harbiyesi bütün geçilecek yolları muayene ederler, boş arsalar tahta havalelerle örtülür, şurada burada badanalarla sanki tezyinat yapılır, bir yandan da casuslar hünkârın vehmini gıcıklayarak uydurmalarla çalakalem mensup oldukları yerlere kâğıtlar yağdırırdı. Nihayet bütün bu işler yapılıp bitince alaydan evvel bir takım yaverler geçiş yolunu dolaşırlar ve alaya emin bir yol açmış olurlardı. Birkaç defa da bütün yolu iki taraflı hıncahınç dolduran halk kütlelerini mahzun ederek, saatlerce beklemiş olmalarını boşa çıkararak hünkâr kararını değiştirir, kara yolundan gitmektense Sarayburnu’na kadar denizden giderdi.” (sf. 232-233)
Ondan sonra Sultan Reşad bu dini ananeyi, fakat korkusuz pervasız takip etti; bu alay kendisinin resmî ve hususî şehrin her tarafında yapmak itiyadında olduğu gezintilerden başka bir iş değildi. Yegâne fark bunun büyüklüğündeydi. Epeyce bir zaman önce Emanatı Mubareke dairesinde her taraf, duvarlar, tavanlar silinir, temizlenir, meydana çıkarılacak mukaddesat için lâyık bir temizlik haline getirilirdi. Nihayet en muhteşem teferruatla saltanat alayı teşekkül eder, vükelâdan, ricalden, rütbe sahiplerinden mürekkep bir meduvvin(davetliler) heyeti sarayda toplanır, bir yandan hafızlar Kuranı Kerim tilavetiyle kubbeleri çınlatırken bir yandan buhurdanlardan intişar eden güzel kokular havayı doldururdu. (sf. 116-117)
“ Bu hakikaten pek ruhanî, pek kendinden geçerek yapılan bir merasim idi, ve insanın dinî bağları gevşemiş olsa bile asırlardan beri milyonlarca, ümmetin üzerinde saltanat ve satveti hükümran olan, her müslim diyarında her camiin minaresinde azameti selamlanan azimmüşşan bir peygamberin hırkasına, velev uzaktan, velev örtüleri arasından yüz sürebilmek ruhu sonsuz dalgınlıklar içinde bırakan bir kendinden geçme idi. Dikkat etmiştim, kürsüsünün üzerinde hırkanın bohçasına sürdükten sonra hünkâr üstünde güzel bir kıta yazılmış tülbent mendilleri dağıtırken önünden takım takım geçen vezir, müşir, rical arasında tek bir simaya tesadüf edilemezdi ki manevî bir heyecan ile titremesin.
Bu dinî merasimde dört defa bulunmuştum, her defasında alayından kalmış fena intibaı tamamiyle silen bir zevk ruhanî ile doldum. (Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1981, sf. 233)
…
Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinin en önemli temsilcilerinden olan Yahya Kemal Beyatlı, 14 Şubat 1921 tarihli, İleri Gazetesi’ndeki yazısında; Topkapı Sarayı’na yaptığı ziyaretlerden birini, farklı bir açıdan bize aktarır. O, Hırka-i Saadet Dairesi’nden gelen Kur’an sesini işitmiştir.
“Yavaş yavaş sesin geldiği pencereye yaklaştık. Baktım. Yeşil, yemyeşil, ruhanî yeşil bir daire. Pencereye arkasını vermiş bir hafız, öteki âleme dalmış bir ruhun istirahatiyle okuyor; diğer bir hafız da gözlerini yummuş bir köşede tespihini çekerek okuyor.”
Rehberi Lütfi Bey, Şairin merakını giderir:
“Sultan Selim hilafetin alâmatı olan Hırka-i Şerîf, Sancak-ı Şerîf ve diğer emânât-ı mübârekeyi Mısır’dan İstanbul’a hatimler indirerek getirmiş. İstanbul’a vardığı gece, Saray’da yüksek bir mevkie yerleştirmiş, mimarbaşı ve ustalar, asıl tevdi olunacak makamı inşa ederlerken sefer yorgunluğuna bakmaksızın sabaha kadar ayakta beklemiş. O gece, geceli gündüzlü Kur’an okunması için bir vazife tertip ederek kırkıncısı bizzat kendi olmak üzere kırk hafız tayin etmiş.”
“Bu gece, bu saat, ben burada bu satırları yazarken Hırka-i Saadet Dairesi’nde Kur’an okunuyor. Siz bu saat benim bu satırlarını okurken Hırka-i Saadet Dairesi’nde Kur’an okunuyor!” diye devam eder Büyük Şair.
“(….) Bu sarayın içinde dört yüz seneden beri olmuş ihtilaller, hal’ler; kıtaller bu Kur’an sesini bir an susturamamış. Bu hadiseyi idrak ettikten sonra İstanbul’dan niçin çıkarılamıyoruz? Bu şüpheyi halleder gibi oldum.” (Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, 2007, sf. 111-112)
Hayırlı ramazanlar.