“Gönül rahatlığı, vicdan rahatlığıyla söylüyorum. Oyunuzu bize verdiğiniz için Allah sizden hesap sormaz. Partimizi desteklemek imanımızın gereği” gibi sözler sarf ediyor bazı milletvekilleri.
Herhalde bütün bu fütursuzluk, gövde gösterisinin, devasa cesaretin altında, “gerçeği dilediğimiz gibi tayin ederiz, sizin farkındalığınız, itiraz ve eleştirileriniz bir işe yaramaz; paşa gönlümüzce fikir, yön değiştiririz. Seçimler, tercihler göstermeliktir. Demokrasi oyununu severiz. Her türlü muhalefet, yönetim, denetim, icra bizden sorulur; başkasına gerek yoktur” demeye mi getiriliyor.
Ahiretle ilgili, peygamber(lik) ötesi kuvvet, müdahale kudreti nereden kaynaklanıyor.
Bu uluorta konuşmaları, ölçüsüzlüğü “vatan haini(!), tescilli iç düşman” görülen, zıt kutuplu partilerden dahi işitmiyoruz. Gerçekten öbür dünyayı ciddiye alsak, düşüncemize bile çeki düzen vermez miyiz?
Hem karşımızdakilerin, ötekilerin cehaleti, “kötülüğü”; bizim hatalarımızı meşru kılar mı?
Partiler eğer kanunlara uygun kurulmuş ve işliyorsa, insanlar niye hür tercihlerini belirtmesinler ki.
Bir tarafa, “günah işleme özgürlüğü” dâhil; bütün fiiller serbest; diğer tarafta, istediğine oy verme hürriyeti bile kısıtlı, izne tâbi.
Ayrıca ülkede beka sorunu varsa, kimin aldanışları, baştan çıkışları sonucu; acıklı, problemlerin altından kalkamaz bir duruma geldik. Esas aktörler kimlerdi?
Bir başka devletlû da oy talep ederek “… vereceğiniz destek, ruz-i mahşerdeki beratlarınızdan biri olacaktır” diyerek kesin(!) kararını, yargısını bildirmişti.
Dinin hükümleri size göre, bize göre mi değişiyor? Kişilere bağlı yeni bir inanç sistemi mi oluştu.
Ahiret inancı, Müslümanın bir bakıma bütün mevcudiyetini ona göre ayarlamaya çalıştığı, hayat memat meselesi gördüğü bir konu, olgu.
Siyaset/ insan keyfine/ kişisel zevke(!) göre nasıl biçimlendirilebilir? Sürekli değişen, genişleyen bir düşmanlık, nefret söylemi neden?
Süslü püslü camiler, ihtiyaç fazlası imam hatip okulları, sayılar; inançtaki bu karmaşayı, çöküşe giden yolu örtbas edebilir mi?
Ne biçim bir indirgeme, küçültme, tersyüz ve altüst etme bu?
Neden hep çelişkili, birbirini tekzip eden, kavramları değerlerimizi boşa çıkaran, aslında ehemmiyeti olmadığını ihsas ettiren, hesaba almayan, “maval, efsane” yerine koyan eylem ve söylemlerde bulunuyoruz.
Ahiret inancımız nispeten dokunulmazdı. İsteyen inanmazdı ama öyle ileri geri, fuzulî lâflar edilmez, hele muhafazakâr(!) kesimden aşırı çıkışlar hiç beklenmez, umursamazca dini (istediği gibi) kullanmak herkese tavsiye edilmezdi.
Gayp bilgisi, tehlikeliydi. Falcılık yapılmaz, kehanette bulunulmaz, “inanan insan” yanılma payını, kul hakkını her zaman göz önünde tutar, çokça kendiyle uğraşırdı.
Hele ötekini berikini, imanî karalamalarda bulunmaktan mümkün mertebe sakınır; doğrusu Allah’a bırakılırdı.
Bir kere, öbür dünyaya dair, zengin donanımız, istihbaratımız(!) acaba hangi iletişim kanalından doğuyor, merak ettim. Gaybın esrarını, şifrelerini mi çözdük? Yoksa bize de mi vahiy, melekler iniyor?
Neredeyse azîm bir emniyet ve salahiyetle; cennet mükâfatları, katları, partililere sunulacak huri gılman miktarları da belirlenip, etrafa müjdelenecek.
Kutsal Kitabımızda “Hesap gününün sahibi Allah olduğu” ifade ediliyor. Yoksa bazı fânilerde mi kendini görevlendirdi.
İlâhî Güç, ahireti tanzim yetkisi milletvekillerine, bakanlara kadar mı düştü.
Dünyadaki mevkiler, köşebaşları, liderlikler, imajlar yetmiyor da; “ahirete iman” oraya da mı yöneticiler, amigolar atamakla gerçekleşiyor.
Öte dünya, bizim için en nazik, duyarlı olduğumuz; Kuranı Kerimde de hayati önem atfedilen bir varoluş noktası. İnanç selametiyle erişmeyi ümit ederiz. Hareketlerimizde bir imtina, haşyet, belki muhasebe, tövbe mevcuttur.
Partiler artık nasıl bir otoriteyi, yükseltiyi temsil ediyorlarsa; demek günümüzde oy pusulamızla gitmek, “hamil-i kart yakınımdır” belgesi(!) kâfi gelecek. Bu kadar ucuz, bu kadar basit, pestenkerani yani.
İnanç başka nasıl ayağa düşürülür, çiğnenir. Adı konmamış bir saldırı karşısında mıyız? Sonuçta, nasıl menfi bir manevî tesir, hasar kalır geriye.
Diğer yandan, keyfe göre ahiret çizmek; her kesime göre, istediği gibi şekillendirmeye, oyuncaklaştırmaya teşvik etmez mi?
Neden; en büyük, en manalı hassasiyetimize, korkumuza, uhrevî ölçümüze; seçim gibi, rey gibi son derece dünyevî bir iş karıştırılıyor. Kutsallığı didik didik ediliyor.
Oraya da mı demokrasi(!) filan ihraç ediyoruz.
Okumuşuz böyleyse, cahilimizin hali nicedir?
Üstelik sorumlu bulunduğumuz yer, mesul bulunduğumuz alan; sadece parti seçimi, siyaset midir?
Suça, günaha, yolsuzluk ve ahlaksızlıklara göz yummak, cevaz vermek; ferdî beka sorununa ve mahşerî hesaba girmez mi?
Aslî, değişmez prensipler bulunuyor. Sanırım kimse kuklalığı kabul etmez. Öyle dahi olsa, kimsenin kaderi, şahısların dudakları arasında değil.
Politikacıların üstünlüğü nerden ileri geliyor. Mesela büyük insanların şefaat yetkisi hususunda bile zıt görüşler varken; biz kim oluyoruz da, önümüze geleni, kafamıza yatanı, oraya buraya, cennete cehenneme postalıyoruz. Ak gönlümüzle, istikbali yaratıp(!) okuyoruz.
Ruhlarda husule gelen tahribatın, yıkıcılığın, aleni küfür iddialarının hâsıl ettiği ayrışmanın farkında değil miyiz?
Bu nasıl bir davet, ne biçim bir mesaj; hangi yüzle İslam’ı okumak, anlatmak.
Bu öfke, üslûp, nasıl bir haletiruhiye, nasıl bir örneklik.
Böyle bir sevgi dili, kuşatıcı medeniyet lisanı olabilir mi. Savunduğumuz davaya bakın, dile (dökülenlere) bakın.
Sahibinin yalnızca Yüce Allah olduğu, bir ahiretimiz vardı eskiden.
Çook eskiden…