Kaçıncı kattayım ben?
Bu çıktığım kaçıncı basamak?
Neresi burası? Ne zaman geldim buraya ben?
Ne zamandır tırmanıyorum bu merdivenleri?
Her adımda, yeni bir basamak. Her yeni basamakta bambaşka, yeni bir duygu.
Farklı bir ruh hali, farklı bir düşünce…
İçimde bir sonraki duruşumu, tutumumu çokça merak etme hissi. Merdivenlerdeki bu yolculuğum benden bağımsız, adımlarım bana sormadan devam etmekteler sürekli ve süresiz. Tamamladığım ve heyecanla başımı kaldırıp baktığım her katın duvarında yukarıyı işaret eden yeni bir tabela… Ve hep aynı uyarı: “ Daha yukarı “
Garip ama başka bir seçenekte yok zaten. Çünkü her adım atışımda, bastığım bir önceki basamak kayboluyor. Geriye dönüp baktığımda hiçbir şey göremiyorum. Atılan her adım için tek bir şans. Geri dönüş yok!
Aa! Şimdi hatırladım. Burası herkesi farklı bir hikaye ile karşılayan Sonsuzluk apartmanı… Bu yukarı yönlü yolculuk, aldığı nefesin bile sayılı olduğunu unutup, mütemadiyen; bir şeylere yetişmeye çalışan herkesin yaptığı bir yolculuk.. Başlangıcı belli, sonu belli olan…
Ve ben; gökyüzünün mavi, güneşin ısıtan olmasına karar verildiğinden beri, kuşların uçmayı, balıkların yüzmeyi öğrendiğinden beri, adımı duyduğum andan beri buradayım. Yoksa kayboldum mu ben? Hayır. Şimdi karşımda üzerinde onlarca başka kapı olan, çok büyük bir kapı var. Açtım ve içeri girdim.
İşte burası en sevdiğim yer! Zihnimdeki sessiz kütüphane…
Bana iyi gelen şeyde bu sessiz kütüphanede yürümek, sonra da bir köşeye oturmak..
Fakat şimdi gözüme enteresan bir şey ilişti. Buradaki bütün kitapların kapağında aynı şey yazılı: ‘ Bilmiyorum ‘ . Fark ettim ki, meğer burası kocaman bir “ Bilmiyorum kütüphanesi”
Dikkatimi çeken birkaç kitap karıştırdım.
“ Bilmiyorum demenin, öğrenmeye katkıları. “
“ Bilmiyorum diyebilmenin kişisel gelişime olumlu etkileri. “
“ Bir insan her şeyi bilebilir mi? “
“ Bilmemek ayıp değil, bilmiyorum diyememek ayıp! “
Evet. Göz gezdirdiğim kitaplarda bunları ve daha nicesini gördüm. Anladım ki bilmemek, her şeyi bilmenin aksine, insana daha nitelikli oluşumlar kazandırır. Kendini buldurur insanın. Hepsinden önce insan, her şeyi bilemeyeceğinin bilgisine ulaşır bu yolla. Kendine inanmanın, kendisi için mantıklı ve güvenli alanı bulmanın en müstesna hallerinden biri ‘ bilmiyorum’ diyebilmekten geçer. İşin özü, bilmiyorum demek diyebilmek, insana verilen fıtri bir armağandır.
Nitekim Yüce Rabbimiz (c. c.) de insanı bilmediğinden sorumlu tutmaz. Fakat bilmediğini bilmeyerek, kabul etmeyerek ısrar ettiği yanlıştan sorumlu tutar.
Kişiyi mütevazı, özgün, olgun ve bilge insan yapan has kuvvet; bilmediğini kolayca ifade etmesi ve sonrasında farklı yönleriyle onu öğrenmesidir. En çok bilenler, en çok bilmiyorum diyebilenlerdir fikrimce.
Bilmemek dev bir okyanus, kökleri toprağın altında metrelerce uzanan bir ağaç, küçük bir çocuğun öğrenmek için art arda hevesle sorduğu sorulardır bence. Bilmemek, bilmenin varlığını bulduğu yerdir.
Belki bu da, öğrendiğimiz daha doğrusu toplum tarafından olumsuz bir durummuş gibi yansıtılarak öğrendiğimiz diğer ‘ sosyal kurallar’ dan biridir: bir şeylere ‘ bilmiyorum’ cevabını vermenin ayıplanacak bir unsur olarak kabul edilmesi ya da insanı toplumsal hayatta diğer insanlara karşı yetersiz hissettirmesi.. Halbuki bildiğine bile bazen bilmiyorum diyebilmek, yaşam kalitemizi arttırabilir. Çünkü bilmediğini rahatlıkla söyleyebilen insan, daima öğrenmeye, farklı fikirlere ve yeniliklere açık insandır. Derinleşmeye kendini kapatmayan insandır.
Hasılı, Tasavvuf alimi, büyük zat İbrahim Hakkı Hazretleri’ nin de dediği gibi:
“ Bilmiyorum demek, ilmin yarısıdır. “
Kişinin bilmediğine bilmiyorum demesi, ilminden olup, büyük bir fazilettir.
Evet değerli okurum!
Bu yazıyı okudun ve sonuna geldik.
Şu andan itibaren sende, yeni şeyler öğrenmeye gıcır gıcır bir bilmiyorum adımı atarak başlayabilirsin.