Biz sanki elbise gibi, lüzumlu bir bilinci hâsıl etmeden, giyip çıkarıveriyor, türlü kisvelere bürünüyoruz ama aslında Müslümanlık çok derin, zorlu bir çalışmayı; ince bir dengeleme, tefekkür ve temyizi gerektiriyor.
İnsanlarla olduğu gibi, diğer mahlûkatla, canlıdan cansıza, mesela hayvanlara yönelik de, sevgiye dayalı bir münasebet.
Bu dikkati gösteren gönül ehlinden nice müşfik insanla karşılaşıyoruz. İngiliz asıllı mutasavvıf yazar Martin Lings(Ebubekir Siraceddin) gibi söz gelişi.
İlginç olan; dünyanın dört bir yanındaki bağlıları, sevenlerinin; Ebubekir Siraceddin’le ilgili hatıralarında, bazı hayvanların ona olan muhabbetinden, kişi seçimlerinden söz etmesi.
Mesela, civar köylerde ve ormanda yaptığı yolculuklardan sonra, Bahçe Kapısına ulaştıklarında, kuşların sevinç içinde uçuşup yanına geldiklerini.. bahçede ne zaman çiçekleri budamak, toprağı eşelemek için dizleri üstüne çökse kuşların gelip, toprağa sapladığı küreğe konup, ona refakat ettiğini tespit ediyor öğrencisi Virginia.
Yine bir talebesi Hasan Gai Eaton, “Martin Lings’in bahçesinde birkaç tane kedisi olduğunu” belirtiyor.
Lings’in(Sidi Ebu Bekir’in) kuşların ve diğer memeli hayvanların aynı biz insanlar gibi topluluklar halinde yaşayıp, yine bizler gibi haşrolunacağını beyan eden Kur’ân âyetlerinden mülhem, hayvanların dinî vecibelerini yerine getirip hilâfet vazifesinin hakkını veren insanlardan, bu insanlarla aynı havayı solumak suretiyle istifade ettiğine inandığını ifade ediyor.
Elbette günümüzde olduğu kadar, hepimizin bildiği Ebû Hureyre (r.a.) başta; daha eski zamanlardan da aynı tanıdık olay ve davranışlara, muhabbetli azizlere rastlamak, fazla şaşırtıcı gelmiyor.
Sultan-ül Ulema’nın vefalı kedisini hatırlıyoruz, içli bir misalle. Kızı Melike Hatun’un anlattığına göre O Kapı’dan, eşikten ayrılmayacak. Hz. Mevlâna’nın Hakk’a yürümesinin ardından yemeden içmeden kesilip, ancak yedi gün ayrı yaşamaya tahammül edecekti.
İbn Arabî Hazretlerinin Rûhu’l-Kuds kitabında, benzer bir hikâyeye tesadüf ettim.
İbn Arabî Hz. tanıdığı, feyz aldığı sûfilerden söz ederken, siyah kedisi olan bir zattan bahsediyor. “Hiç kimse onu tutamaz, elini süremezdi. Kedi hücresinde yatardı. (sahibi olan)Şeyh bana şöyle derdi: Bu kedi Allah’ın velilerini tanır. Onun gördüğün bu kaçışı boşuna değildir. Allah onu velilere ısınmasını sağlamıştır… Bu kediyi bir çok defa Şeyhin yanında gördüm. Şeyhin yanına bir adam girerken bakardın yüzünü ayaklarına sürter, ona yapışırdı. Bir başkası girer bu sefer kaçar giderdi.(…) Ebû cafer el-Ureybi (r.a.) onun yanına girerken kedi bir başka evdeydi. Kedi evden çıktı. Şeyhimiz Ebu Cafer’e baktı, ön ayaklarını açıp şeyhin boynuna atıp kucakladı. Yüzünü çenesine koydu.” Daha önce herhangi bir kimseye bu harekette bulunmamıştı. “Şeyh Ebu Cafer çıkıncaya kadar kedi yanından ayrılmadı.” (Muhyiddîn İbn Arabi, Rûhu’l-Kuds, Kitsan, ter. Vahdettin İnce, sf. 123)
Şüphesiz her inançtan, kesimden kedi, hayvan dostuna; hayvancıkların çeşitli mukabeleleri vardır.
Ancak Marifet yolcularından kimi kişilerin yanına geldiklerinde, kedilerin yürüyüşlerini değiştirdiklerini, o Allah dostunun yanında, (başka kişilerin tanıklığıyla da) başlarını diktiklerini, yanında yöresinde bulunmaktan âdeta gururlandıklarını gördüm.
Gönül öykülerine ve “Kalbiyle fazlasıyla meşgul” muhabbet saçan insanlara, her zamankinden çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Sizi bilmem ama doğrusu bu hikâyeler bana sıcacık geliyor. Kedi tercihlerine(!), Sevgiye inanıyorum.