“Lades’in lades mi?” diye başlayan bir oyunumuz vardı.
Eskiden tabi her şeye ulaşmak zor olduğu için uydurulduğuna inandığım bir oyun.
Önce bir kere tavuk yemeniz gerekiyor.
Akabinde yediğiniz tavuktaki “lades” kemiğine denk gelmeniz. Kim denk gelirse şanslı addedilirdi.
***
Sonrasında da kendisine birini seçerdi bu “şanslı” kişi.
Ve başlardık artık, “aklımda!” seanslarına..
Sevdiğimiz biri ise bilerek unutma numarası yapar, onun kazanmasını ve sevincini izlerdik.
Küçük şeylerden mutlu olabilen, olabilmeyi beceren kocaman yürekli insanlardık biz aslında…
***
Yapılan bu “unutma numarası”na da bile bile lades derdik malum.
Belki de bu oyunlar vesilesiyle birçok olaya, olguya, kişiye demeye başladık normal hayatımızda da bile bile lades öbeğini.
Olacakları bile bile bağlanmak, oy vermek, görev vermek, güvenmek, inanmak vs.
Ya da insanoğlu bir umuda tutunmak istiyor.
Konuşmuştuk bunu hatırlarsanız, ümit kesilmez. Çünkü rabbanidir ümit.
Ama umut insana bağlıdır ve kesilebilir her an.
Ve insanlar ümitvâr olsa da umuda tutunma içgüdüsünden ötürü daha çok sever umutlu olmayı.
***
Kırıldığı zaman ise vay haline.
Hayata küser, köşesine çekilir.
Ama artık bunlar da geçti.
Çünkü tutunduğumuz her dalın bize yamuk yapabileceğini bilerek tutunuyoruz.
Şahsen artık şaşırmıyorum ben bana yamuk yapana. Zira kul bu, hata yaptı, yapıyor ve yapacak.
Karakteri bu çünkü.
***
Eşeğin anırması, tavuğun yumurtlaması, güneşin doğması kadar doğal bu…
Ama işte umudun kaybedilmesi yok mu…
Bile bile lades durumu.
Bazı vazgeçilemeyecek büyük olgular illaki vardır, olacaktır. Bunlara eyvallah.
Ancak her zaman da bile bile lades denir mi?
Yoruyor be insanı bu.
Ondan gerek yok…
Meşhur Konya deyişiyle, sizin umudunuzu her daim yerlebir eden insanları “salıvırın gitsin!”