Kaç yaşında olduğunu sordum. Kendini ve diğer 4 kardeşini kastederek "Biz köy yerinde doğduk. Nüfus cüzdanlarımızı yıllar sonra çıkartmış babam. Okula da gitmedik. Bilmiyorum yaşımı" dedi. Sanki günümüzden yüzyıllar öncesinde doğmuş gibi konuşmasına şaşırmıştım. Belli etmemeye calışarak "Yani tahminen kaç yaşındasındır o zaman?" dedim. Her nasılsa bu kez kendinden emin bir şekilde, 38 yaşında olduğunu söyledi, temizlik yapmak için eve gelen bu genç kadın. Geçen sefer yanında gördüğüm ablasının, yani onun 'peki kaç yaşında' olduğunu sorduğumda ise, "Ablam 36 yaşında" dedi... "Nasıl yani..." dedim "Ablan senden küçük olamaz ki ama?" "Olsun..." dedi ve sustu. Ben de sustum. Matematik ve sayılar herkes için anlamlı değildi demek ki. Pek sorgulamadım ben de. "Olsun" dedim kendi kendime.
Sabah vakitlerindeki bu, ablasına karşı olan sevgisini, ona kendinden daha genç bir yaş vererek gösteren kural tanımaz diyaloğun ardından, öğlen evde olmayacağımı söyledim ona. Öğlen karnı acıkıp yemek yemek isterse, evde neler olduğunu göstermek için buzdolabının kapağını açip tek tek gösterdim ona. "Bak burada yumurtalar var. Sucuklu yumurta yaparsın... Burada da ton balığı var. Herkes bilmez ama kuru soğanla çok iyi gider bu. Peynirli makarna yapıp yersin ya da. Üzerine bir de salça eklesen hatta..." gibi cazip kılmaya çalıştığım pratik önerilerimi sabırla dinledikten sonra, "Ben bugün ekmek yemeyeceğim" dedi. "Tamam ekmeksiz yersin o halde" dedim. "Yok yani yemek yemeyeceğim" dedikten sonra, 'ekmek yemek' sözüyle aslında 'yemek yemek' eylemini kastettiğini anladım, köy kökenli bu kadının. Fazla kilolu bir tanıdığımın, diyete başladıktan sonra, çok sevdiği ekmeği 'kesmek' zorunda kalacağını üzüntüyle anlatmasının ardından, "Ekmeği kesip, dilim dilim yersin o halde" diye yaptığım bir espri geldi o an aklıma hemen. Fakat bu kadın şimdi gayet ciddiydi, şaka falan yapmıyordu, ekmek yemeyeceği için ne yumurta, ne sucuk, ne ton balığı ne de makarna... Hiç birisini istemiyordu bugün. Bugün ekmek yemeyecekti, o kadar. Erken çıkması gerekiyormuş da. Ekmekle vakit harcamak istemiyordu. Kendinden 2 yaş küçük olduğunu söylediği ablasıyla doktora gideceklermiş, hastane kapanmadan önce. "Psikolojik ilaç yazdıracak ablam" dedi.
Bir kız kardeşi olanlara karşı her zaman duyduğum derin imrenme duygusu depreşti içimde o sırada. Kendim Dünya'ya erkek olarak gelmiş olsaydım da, bir erkek kardeşimin olmasını isterdim muhakkak. Yani kardeşin hemcins olanını. Kardeşlik, ortada bir hemcinslik olduğu zaman çok daha derin ve anlamlı oluyordu bana göre çünkü. Ebeveynler, evlatlarının farklı cinsiyetlerde olmalarını, sırf kendi bencilliklerinden dolayı arzuluyorlardı hatta. Çeşit yapmak icin. "Hem kızım var hem de oğlum var" diyebilmek için. Oysa çocukların açısından düşünülecek olursa, kendileriyle aynı cinsiyeti taşıyan bir kardeşe ya da kardeşlere sahip olunduğunda, bu onlara çok daha derin ve anlamlı bir bağ sunuyordu. Eh, her ne kadar iyi bir insan olsa da, kendi abimle neyi ne kadar paylaşabilmiştim ki, şimdiye kadar?
Ertesi haftanın aynı gününde, yine onu gördüğüm zaman, tabiki şu 'psikolojik ilaç' konusuna değindim. "Doktor ne yazdı?" dedim. Söyledi. Ablasını hasta eden şartları ve olayları değil de, onun o şartlara ve olaylara olan bakış açısını çarpıtıp değistirerek, kendini daha fazla depresif hissetmesini engelleyeceğinin söylendiği ilaçlardan birisini yazmıştı doktor. "Peki.." dedim. "Geçmiş olsun ablana..." "Gel biz seninle ekmek yiyelim. Lezzetli bir yemek, en baba psikolojik ilaçtan daha etkilidir. Hem ablanın, kendisinden 2 yaş büyük bir kız kardeşi de var senin gibi."