Beşikten mezara kadar  öğrenilir/ hayat "okul”dur

Halim Selvi

Hayat "okul”dur. Hayatta iki hedef vardır. İstediklerini elde etmek ve elde ettiklerinin tadını çıkarmak. Ancak akıllı insanlar ikincisine ulaşabilirler. İnsan beynine giren olumlu bilgilerle mutluluğu tadar. Bilgiyi kullanma düzeyi insanın verimliliğini belirler.Değilse kitap yüklü eşekler gibi bilgi hamalı kalır insan. Bilgiyi kullanabilmek sanattır. Kullandığımız ölçüde yeni bilgilere açlık/öğrenme isteği çeker birey. 

İlk emrin okuma, öğrenme ve yazma olduğu bir dinin mensubuyuz. İlk inen ayetlerde Rabbimiz ﷻ şöyle buyuruyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.” Ümmetin dinî ve dünyevi problemlerini çözecek kadar bilgili olmak büyük sorumluluktur. Allah Resulü (sav) “"İlim öğrenmeyi talep etmek her Müslümana farzdır." (İbn-u Mace). Yine Efendimiz ﷺ, “Ya âlim ol, ya talebe ol, ya da dinleyen ol, ya seven ol, beşinci olma helak olursun.”  buyurmuş ve bilmeye ve öğrenmeye teşvik etmiştir. Yaşantı inanmak ve bilerek amel etmeyi gerektirir. Bu ise devamlı öğrenmekle mümkündür. Bir Müslüman, son nefesine kadar her gün bir şeyler öğrenmeli. Bugün İslam dünyası olarak hem ilmî hem de bilimsel alanda geri kalmışlığımızın yansımalarını her yönüyle hissetmekteyiz. Buna dur dememiz elzemdir.

Beşikten Mezara Kadar öğrenilir.  Hayat bir okuldur, öğrenme yolculuğu bir ömür sürer. Hayatı anlamak bir ömür sürer. İyi hatıralarla, kötü anılarla, zorluklarıyla, kolaylıklarıyla da olsa yaşam boyu... Öğrenme hevesimiz ve yolculuğumuz hiç bitmesin. Okulda insanlar okur, bilgi sahibi olur, hayata daha iyi hazırlanır. Artık insanlarla iletişimini, sosyalliğini, davranış ve tutumuna yansımasını hayatın içinde görecek, yaşayacak. İyisiyle kötüsüyle bu hayatı yaşar ve artık bir ömür geçirdikten sonra gerçekten hayatı öğrenirsin. Yine de bilemediklerin, bildiklerinin karşısında dağdır! Gün gelir yalnız kalırsın, gün gelir etrafın insanlar ve güzel sözlerle dolar. Gün gelir insanların sahte yüzlerini görürsün, gün gelir karşına o kadar iyi insanlar çıkar.

Aslında tecrübeler yaşantımızdaki deneyimler! Bir laf vardır : ‘Okul hayatı bittikten sonra hayat okulu başlar.’ Çoğu zaman elimizde değil bu hayatı yaşamadan, bir zaman/emek/ömür vermeden öğrenmek. Ben ne yaptım da?... diye başlayan cümleler kurmaya başladığın zamanda çok geç oluyor. Önemli olan -geriye dönüp baktığında-hayatındaki yıllar değil, yıllarındaki hayattır. Elimizde olsa, okul öncesi eğitim gibi hayat öncesi eğitim alabilseydik. Belki o zaman daha hazır, daha sağlam ve daha güçlü bir şekilde dimdik ayakta durur ve hayatı anlayarak yaşardık! 

Ancak ne malum ki hayata hazırlanmadan, antrenmansız yaşıyoruz. Başkalarına göre yaşam sürmekten bıkan ve hayatı anlamadan geçen ömrümüzü anlatarak bitiriyoruz/zamana gevdiriyoruz. 

Öğrenme beşikten-mezara bir süreç ve okul her yerdir. Hayat çatısız bir okuldur. Okullar da hayata hazırlanış değil, hayatın kendisidir aslında. Her durumda, her yerde insanın öğrenmesi, insanı öğrenmek adınadır yapılan. Çünkü ‘insanı’ anlamak, hayatı anlamaktır. Kendimizi anlamak insanı anlamanın ilk koşuludur. Kendini anlamak insanın yaratıcısını öğrenmesidir. Kendi konumunu belirlemesidir! 

İlber Ortaylı ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır?’ adlı son kitabında ne diyor bakınız:

“Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Ben hep yerimde dursaydım, dünyamı değiştirecek insanları aramasaydım, bugün tanıdığınız ben olmazdım. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır.”

Birey toplumda etiketine ya da hünerine uygun bir yer/statü işgal ettiğinde iş bitiyor mu? Bitmeli mi? Ekonomik mücadele de işin içine girince, hayata yenik düşme durumunda hissediyor insan kendini. Doğal olarak öğrenme defteri kapanınca öğrenme yolculuğu da olmuyor. Hâlbuki öğrenme plan/program dahilinde az da olsa yaşamdan koparılmamalıdır. İlim ve bilgi yolculuğunun durakları olsa da seyehat ölüme dek sürmelidir. İndiğin an yeni kitap,yeni bir söz peşinde değilsen mola uzun sürer; treni kaçırırsın.Artık hızlı trenler var, ardından yetişme şansında düşük. Bu durumda insanın bu yolculuğu bir yalnızlıktır. Yapayalnızlık... İşte tam da bu noktada kendimize sahip çıkmalıyız! Akşamdan yada sabahtan sonra 10-15 dakika okumalar bile insanı taze tutar. Zihnini zinde tutar.Karmakarışık ve bulanık hayattan zevk alabilecek,mutlu kalabilecek yaşam alanları oluşturur kendine. Kendini bilgisizliğe mahkum etmez. Bu mahkumiyet, öğrenme yolculuğundan mahrum bırakır seni, beni. İlimsizliğe / cehalete esir olmaz.  Klavuzumuz karga olmamalı! Beşikten mezara yolculukta, kılavuz boşluğunu dolduran “okuma”lar (ayet,hadis,gazete, kitap,dergi,makale, deneme,edebi şiir ve hatta takvim yaprağı) gerçekleştirmeliyiz. Bilinmelidir ki kişi öğrenme defterini kapatınca bir kısırlığa, durağanlığa, sığlığa, darlığa, tekdüzeliğe mahkum oluyor. Kendine yabancılaşma başlangıcı da bu olsa gerek. Zihin dünyasının dört tarafını cehalet örüyor. Sadece izleyen, gören, gülen-ağlayan, sinirlenen-söven,yıkıp döken,kumanda savaşı veren,tablet-telefonda kaybolan yalnızlığa mahkum oluruz.  Hatta bazı düşüncelerde mahzen gibi kalır; karanlık ve sığlığa şartlanmış varlık. Bu yalnızlık cemaat ve cemiyet olma durumumuzu baltalar. İman ve bilgi eksikliği sorunuyla baş başa bırakır; Allah korusun!




 


 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.