Hepinizin geçmiş Berat kandilini yürekten mübârek ediyorum efendim. İnşaALLAH mübârek etmişizdir. Rabb’im bu ve bundan sonra ayların en güzeli Ramazana’a erişinceye kadar ki olan günlerimizi ve gecelerimizi lâyıkıyla değerlendirebilmemizi nasip etsin. Gencinden yaşlısına kadar yaşayan herkes hepimiz ahret yolcularıyız. Azıksız, hazırlıksız çıkılmaz yola diyerek hepimizi Rabb’im uyandırsın, gaflete daldırmasın, lüzumsuz şeylerle oyalamasın ve kendine lâyık, sevdiği, beğendiği, râzı olduğu kullarından eylesin diyorum kıymetli kardeşlerim.
Dünyâda tek önderimiz, rehberimiz Peygamberimiz aleyhisselam, Ramazanın yaklaştığı Şaban ayının son günlerinde kendini daha çok Rabb’ine vererek ibâdete âdeta kapanırdı. Namazlarından sonra çokça secdelerde kalır ve bolca dua ederlerdi. Aişe (r.a) annemizin rivâyet ettiği, efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’ın secde hâlinde iken ettiği şu dua beni çok etkiler, sizlere de yazmadan geçemeyeceğim. O dua şudur; ‘Yâ Rabbi!.. Sana kendimden geçerek secde ediyorum. Kalbim Sana inandı. Nimetini ikrar, günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim, beni bağışla!.. Çünkü günahları Sen’den başka bağışlayan yoktur. Yâ Rabbi!.. Cezândan affına, intikamından rahmetine, gadabından rızâna sığınırım. Ve Sen’den Sana sığındım. Seni hakkı ile –Senin kendi nefsini senâ ettiğin gibi- övmekten âcizim.’ Diye dua ederlerdi.
Bizler de şu mübârek gün ve gecelerde yana yakıla, ağlaya sızlaya kendimizi affettirmeye diliyoruz. Bilhassa bizzat Efendimiz aleyhisselâm’ın ayı Şaban ayında O’nun şefaatine mazhar olmayı bizlere nasip eylesin, diyoruz. Bugün ne yazık ki o kadar dünyevileştik ki bâzı şeyler yalnızca kalıplarda kaldı. Kalp, ruh, gönül sınıfta kaldı. Maddeleşen çağda maalesef mânâdan uzaklaştık. İşlerimiz, hal ve davranışlarımız gösterişten öte geçemez oldu. Peki, neden böyle oldu? Ruh kalmadı, içinde bulunduğumuz ortamlarda iç âlemimizde güzel adına ne varsa hepsi boşaltıldı. O zaman iç âlemi ne doldurabilir ona bakmak lâzım. Bunun cevâbı da ibâdetlerde gizli, kanaatindeyiz.
Bugün Müslümanlar öyle bir yoğun dünyâda yaşıyorlar ki, üzerimize farz olan beş vakit namazı kılacak zaman neredeyse zar-zor kalıyor. O zorunlu ibâdete dahi ayıracak vakit bulmak mümine sanki güç geliyor. Hadi buldu, bu seferde namaz kılarken akıldan kır bir çeşit şey geçiyor. İnsan yaşadığı hayat gündeminden, namazın içinde bile çıkamıyor. İhlasla Hakk’a lâyıkıyla bir namaz takdim edemiyor. Ama gelen misâfirler en kâmil bir şekilde ağırlanıyor. Eksik olmasın diye titizlikle ihtimam gösteriliyor. Başkasını geçtim Müslüman’ım diyen kişiler bunu yapıyorsa gerisi ne yapmaz?
O zaman ibâdetleri hakikisinden yapmalı. Hakikisi nasıl olmalı? Yüce Rabb’in hoşlanacağı şeylerin üzerine hassâsiyetle düşmeli. Kâmil zatlar, nasıl kâmil olmuşlar? Oralardan mesajlar çıkarmalı. İnsan sevdiği fiilleri çok yapar. Neyi en çok seviyorsan onu çok yaparsın. En çok sevdiklerimiz bizim hayat ölçülerimiz oluyor. Ancak yüceler yücesi Rabb’imizin de en çok sevdiği ölçüler var. O ölçüleri kendimize düstur edinmeliyiz. En güzel kelam, O’nun kelâmıdır diyerek kendimizi O güzeller güzeli Mevlâ’mızı anmaya vermeliyiz. O’nun ismiyle, tevhidi şeriflerle kalbimize canlılık getirmeliyiz. Tevbe ve istiğfarlarla dilimizi ve yüreğimizi arındırmalıyız. Salavatı Şerifelerle üzerimize rahmet ve bereket yağdırmalıyız. Ayların sultânını karşılamaya az kaldı, Ramazan ayına hazırlanmayız …
Gününüz, gönlünüz aydın olsun efendim, hayırla kalınız…