“Fânî olan insanların, yani ölülerin ve öleceklerin aşkı sonsuz olmaz. Çünkü, ölü, tekrar bizim tarafımıza gelemez.
Fakat, gerçek aşk, ölümsüz olan aşk, Allah aşkı, ruhta olsun, gözde olsun, her an goncadan daha taze olarak durur.
O, ölmez olan, bâkî olan Allah aşkını seç ki, o canına can katan mânâ şarabını sana lütfetsin, seni yaşatsın” buyurur Hz. Mevlâna.
Şartlara göre değişen, gelişen nice bağlılıklarımız, aşırı sevgilerimiz vardır. Biz bunlarla da sınanırız.
Herhangi bir şeye muhtemelen sevgi de değil, takılmışızdır. Hak ettiğinden daha fazla anlam yükleriz ya da bunun derecesini, ayarını bilemeyiz.
Duygu; hayalî işlemeler, süslemeler yapar. İştihamız, açlığımız mütemadiyen artar. Adımlarımız, koşumuz hep o yönedir, istikamet şaşar.
Sımsıkı sarıldığımız herhangi bir işteki, insandaki, dünyevî yönelimdeki başarı ve muktedirlik sanısı; yeni tasarıları, projeleri kamçılar. Muhtemelen peşinde koştuğumuz hedef için, şartlarımızı zorluyor, sadece ona kilitleniyoruzdur.
Bu da bazı vazifeleri, çevreyi, insanî sorumlulukları bir ihmali ve sakıncayı da beraberinde getirir belki. “Sevilen” her şeyin önüne geçer. Tanrı’nın da. Allah hatırı unutulur.
Gündüzünüzü gecenizi, saatlerinizi kaplar. Farkında olmazsınız. Eyleyen, Yapan bizizdir.
Onun için de manevî ikazlar ihtarlar, amiyane tabirle tutkunuzdan, sadık bağ(lı)larınızdan “kazık yemeler”, soğutmalar, sağlık problemleri, sevilenle sizin aranızdaki alâkayı engelleyici bir sürü unsur / aktör vb. devreye girer.
Duraklatılır, yavaşlatılırsınız, heveste kalır ya da. Üzerine düştüğünüz, baş koyduğunuz şey tepenize düşer; sizi yaralar.
Bakarsınız birden bıkmışsınızdır, duygularınız değişmiştir. Beden eskisi gibi işlemezdir. Hayal kırıklıkları, bahaneler vardır. “Sevilenin” sırmaları dökülür, süratle değişilir. Temayülünüz farklı bir yöne dökülmüştür. Ne olup bittiğini anlamazsınız bile.
Eski Ben’den fersah fersah uzaklaşmışınızdır. O şeyi “Bir zamanlar severdim” dersiniz. Rabıta için eski lezzeti, takati bulamazsınız.
Belki bir bakıma her şey ölür, hayaletler kaplar zamanı. Geride bıraktığınız unuttuğunuz, terk ettiğiniz…
…
Benzer örnekler yakın geçmişte, günümüzde de sıklıkla görülmüştür. İdeolojiler de böyledir. İnanılmaz dönüşümler yaşanır.
Doris Lessing, Anılar kitabında, komünizmin meydana getirdiği hayal evreninin, onlar üzerindeki çöküşünü yıkımını anlatır:
“Sovyetler Birliği’nde ‘Komünist Parti Yirminci Kongresi’ düzenlendi. Şimdi hiçbir genç ‘1956 yılındaki Yirminci Kongreye’ tepki göstermez ama, sadece solcular değil o dönemde politikayla birazcık ilgilenen herkes bunun Kruşçev’in Stalin’in suçlarını itiraf ettiği kongre olduğunu hatırlayacaktır. Bu ‘açıklamalar’ inançlılar üzerinde, dünyadaki komünist partilerinin hepsi bombayla parçalanmış gibi bir etki yarattı.(…)
Komünizme olan inancını kaybetmek, âşık olup, aşk hayallerinden vazgeçememekle aynı şeydir. Artık o güne kadar tutunduğum herşeyin palavra olduğunu biliyordum. Yüreğime inen bir darbe denemezdi, çünkü psikolojik yumurtalarımın hepsi aynı sepette değildi, hiçbir zaman olmamıştı. Ancak her şeyini, aklını ve yüreğini veren, bazen acı fedakârlıklarda bulunan, sadece altın komünist gelecek için yaşayan insanlar tanıyordum ve ruhen yıkılıyorlar veya şiddetle tamamen aksi görüşe dönüyorlardı. Bunlar çok dramatikti, bir süre sonra solda, çok başarılı bir işadamı olmak için alabileceğiniz en iyi eğitimin eskiden komünist olmak olduğu şeklinde bir espri oluştu.”(sf. 645-646)
…
Geçtiğiniz benlerin, kişilerin, şeylerin mezarı bile yoktur sanki. Çünkü kabir için de bir varlık, ruh, özgeçmiş lazımdır. Gölgelidir, siliktir her şey.
Fânilik, iğretilik; devreye giren vasıtalarla, muhtelif dillerle size yaşatılır, tattırılır. Ayrılıklar, kaderce altı çizilerek vurgulanır.
Ta ki özellikle Müslümanlar için, gerçek Sevgiliyi, Allah’tan başka her şeyin değersiz yahut itibarî bir kıymeti olduğunu hatırlayıncaya kadar. Yine O’nun yarattığı hayata, boş vermek anlamında söylemiyorum elbette.
Genelde sevgide ilgide; bir kararı, dengeyi ve ölçüyü kaçırıyoruz. Dünya acı terklerle, ayrılışlarla dolu.
Tutku, sizdeki özelliklerin ve tüm mevcudiyetinizin aslında emanet, gölge varlık olduğunu unutmanız; sizin ‘Aslî sahip’, Malik olduğunuzu sanmanızdan kaynaklanır bir anlamda.
Yön çizersiniz, kaderinizin hâkimisinizdir; ipler elinizdedir. Planlar programlarsınız her şeyi. Tahmin ettiğiniz gibi süreç işlemez hiç de.
Hâlbuki sürekli, daimi isteme durumundasınızdır. Başarma ve sonuç alma duygusuyla; en basit işlerden, küçüğünden büyüğüne, üzerinde yoğunlaşılmış programlara, uzun emellere, dünya zamanınız bitinceye dek, uzanır gider istekleriniz.
Günü sıkıntısız bitirmekten tutunuz da; her durumda sağlık, beğenilmek, başarı, huzur, hayat, mutluluk.. başka biçimlerde çeşitli şekillerde devamlı dile gelir. Her saat ulaşmak, önemsiz görseniz bile yapmak istediğiniz nice şey vardır.
Dua etmeseniz, kabullenmeseniz dahi, yine dolaylı olarak O’ndan yardım, muvaffakiyet istersiniz.
Dilemeseydi, izin vermeseydi sizin özgür(!) yasa tanımaz benliğinizle becerebileceğiniz bir durum değildi. Düşünmezsiniz. Verili akıl, yalnızca kendini ulular.
Öldükten sonraya, öte âleme de arzular, nihayetinde yakarışlar uzanır esasında.
Eğer inancınız varsa beklerken; kabir azabından uzak olmayı, ceza görmemeyi, cennete girmeyi, üst mertebeleri dilersiniz.
Bu kadar aciz, biçareyken; kendinde güç varlık vehmeder. Şaşılacak mahlûktur insanoğlu.