Dünyamız böylesine şiddet yüklüyken; yediden yetmişe bir köpek merakı, sevdası görülüyor fark ettiniz mi? Bir moda gibi, salgın benzeri yayılıyor.
Köpekleri neden severiz? Duygularımızla fazla oynamazlar. Beklenen tepkileri verirler. Hileye hurdaya akılları ermez, sadıktırlar. Boşluk doldururlar, genellikle bir kayıp yerine geçer, tedavi(!) ederler.
Komşum, balkondan aşağı başını sarkıttı. Bahçede beslediği köpeğine “Aşkım Leo!” diye seslendi. Bir başkası, kucağına aldığı hayvanına aynı şekilde iltifat ederdi.
Kimi ev içlerinde, sahiplerinin yakınlığıyla şımarmış, kurumlanan köpeklere, benzer sözler sarf edildiğine şahidim.
Kuralına, yerine göre besledikten sonra, hayvan sevgisine bir diyeceğimiz yok da; insanın sırasında ölümü bile göze aldığı, en sevdiklerine bir mânâda eşref-i mahlûkata yönelttiği bir duyguyu, sözcüğü.. her yerde, uluorta, hele hayvanlar için fütursuzca kullanımı biraz yaralayıcı ve aşağılayıcı geliyor nedense.
Kim ne derse desin, bu “Aşkım” kelimesinde iç buran, yoran bir ton, vurgu var.
İlgiye, yardıma “Evet” ama AŞK? Hayvan(lık) yükseltilirken, insan(lık) indirgeniyor, değersizleştiriliyor sanki.
Köpek(hayvan) sevgisinin çığırından çıkarıldığı, insana kapalı ama sevgice boşalmış kalpler.
Ne çok dilenci, alâkaya muhtaç(İNSAN) çeviririz kapımızdan, gönlümüzden; köpekler yıldızımız, yoldaşımızken.
Tek başınalıktan, “tenhalıktan” onca şikâyetçiyken, yalnızlığımızı paylaşmayız bitişik komşumuzla, çünkü başköşede bir köpek kurulur tüm saltanatıyla.
Yeryüzü zulüm görmüş, yoksul benzerlerimizle dolup taşarken; havlayıp oynar içimizde itçikler nazla, binbir kurguyla.
Muhabbetimiz dağlara taşlara, kurtlara kuşlara sıçrasa, insanları sarıp sarmalasa anlayabileceğiz de; kalbe “eşya, nesne” bütün görkemiyle girerken, hem de “aşkın” sadece bazı seçilmiş(!) hayvanlara hasredilmesini, hapsedilmesini garip buluyorum. Her şeyi insanda aramalı, bulmalı diyorum.
Lâf ola söyleniliyorsa da yine üzücü. Bu içeriksiz, vıcık vıcık olmuş, ayağa düşmüş kavramla hangi insan(lığ)ı inşâ edeceğiz?
Hayatımızın en merkezî ve varoluşsal mefhumunun; çocuklarımıza, sevdiklerimize, daha önemli meşgalelerimize ayıramadığımız zamanların, başlı başına bir iş olarak dört ayaklı bebeciklerin gezisine, bakımına harcanmasına şaşırıyorum.
Kadın çalışıyor, işi başından aşkın. Çocuklarıyla ancak uğraşabilir. Bir de evinde köpek besliyor. Dinî mahzuru bir tarafa, hayvanların yeterince sevildikleri de şüpheli. Sokaklar çeşitli sebeplerle beslenemeyip, evden atılmış köpeklerle dolu. Yuvalar ise, ihmal edilmiş, mahzun küçüklerle…
…
Komşu köpek Leo, genellikle sokaktan geçen herkese, özellikle rakip gördüğü diğer köpeklere feci şekilde havlıyor. Beni düşündürüyor.
Korkarım ulumalarının bir kısmı da, satılık ve ucuz aşkların gölgelerine, yitik kişilerine…
Fakat bir özelliği var ki beni mahvediyor… Ezana müthiş bir saygısı var. Başka kelime, diyecek söz bulamıyorum.
Özellikle sabah ezanlarında, hazin bir sesle, yalvarır, daha önce işitmediğimiz nazik, hassas sesler çıkarır, kâh durur, inler, bizi bir teyakkuza, uyanıklığa, kulluğa çağırırken; irkiliyor, güzel bir melodi duyduğumu varsayıyorum.
Gerçek sevdiği kim, yakarışları kimedir, aklıma geldikçe titriyorum.
Gönlüm okşanıyor, ruhum bu seslerle yıkanıyor. Leo, ezanı resmen dinliyor, cevap veriyor.
Yaratıcısını bilen, beni Allah’a götüren öğretici Leo’yu bütün kalbimle selâmlamaktan kendimi alamıyorum.
Leo’nun duruşundan utanıyorum.
Köpekleri neden severiz? Duygularımızla fazla oynamazlar. Beklenen tepkileri verirler. Hileye hurdaya akılları ermez, sadıktırlar. Boşluk doldururlar, genellikle bir kayıp yerine geçer, tedavi(!) ederler.
Komşum, balkondan aşağı başını sarkıttı. Bahçede beslediği köpeğine “Aşkım Leo!” diye seslendi. Bir başkası, kucağına aldığı hayvanına aynı şekilde iltifat ederdi.
Kimi ev içlerinde, sahiplerinin yakınlığıyla şımarmış, kurumlanan köpeklere, benzer sözler sarf edildiğine şahidim.
Kuralına, yerine göre besledikten sonra, hayvan sevgisine bir diyeceğimiz yok da; insanın sırasında ölümü bile göze aldığı, en sevdiklerine bir mânâda eşref-i mahlûkata yönelttiği bir duyguyu, sözcüğü.. her yerde, uluorta, hele hayvanlar için fütursuzca kullanımı biraz yaralayıcı ve aşağılayıcı geliyor nedense.
Kim ne derse desin, bu “Aşkım” kelimesinde iç buran, yoran bir ton, vurgu var.
İlgiye, yardıma “Evet” ama AŞK? Hayvan(lık) yükseltilirken, insan(lık) indirgeniyor, değersizleştiriliyor sanki.
Köpek(hayvan) sevgisinin çığırından çıkarıldığı, insana kapalı ama sevgice boşalmış kalpler.
Ne çok dilenci, alâkaya muhtaç(İNSAN) çeviririz kapımızdan, gönlümüzden; köpekler yıldızımız, yoldaşımızken.
Tek başınalıktan, “tenhalıktan” onca şikâyetçiyken, yalnızlığımızı paylaşmayız bitişik komşumuzla, çünkü başköşede bir köpek kurulur tüm saltanatıyla.
Yeryüzü zulüm görmüş, yoksul benzerlerimizle dolup taşarken; havlayıp oynar içimizde itçikler nazla, binbir kurguyla.
Muhabbetimiz dağlara taşlara, kurtlara kuşlara sıçrasa, insanları sarıp sarmalasa anlayabileceğiz de; kalbe “eşya, nesne” bütün görkemiyle girerken, hem de “aşkın” sadece bazı seçilmiş(!) hayvanlara hasredilmesini, hapsedilmesini garip buluyorum. Her şeyi insanda aramalı, bulmalı diyorum.
Lâf ola söyleniliyorsa da yine üzücü. Bu içeriksiz, vıcık vıcık olmuş, ayağa düşmüş kavramla hangi insan(lığ)ı inşâ edeceğiz?
Hayatımızın en merkezî ve varoluşsal mefhumunun; çocuklarımıza, sevdiklerimize, daha önemli meşgalelerimize ayıramadığımız zamanların, başlı başına bir iş olarak dört ayaklı bebeciklerin gezisine, bakımına harcanmasına şaşırıyorum.
Kadın çalışıyor, işi başından aşkın. Çocuklarıyla ancak uğraşabilir. Bir de evinde köpek besliyor. Dinî mahzuru bir tarafa, hayvanların yeterince sevildikleri de şüpheli. Sokaklar çeşitli sebeplerle beslenemeyip, evden atılmış köpeklerle dolu. Yuvalar ise, ihmal edilmiş, mahzun küçüklerle…
…
Komşu köpek Leo, genellikle sokaktan geçen herkese, özellikle rakip gördüğü diğer köpeklere feci şekilde havlıyor. Beni düşündürüyor.
Korkarım ulumalarının bir kısmı da, satılık ve ucuz aşkların gölgelerine, yitik kişilerine…
Fakat bir özelliği var ki beni mahvediyor… Ezana müthiş bir saygısı var. Başka kelime, diyecek söz bulamıyorum.
Özellikle sabah ezanlarında, hazin bir sesle, yalvarır, daha önce işitmediğimiz nazik, hassas sesler çıkarır, kâh durur, inler, bizi bir teyakkuza, uyanıklığa, kulluğa çağırırken; irkiliyor, güzel bir melodi duyduğumu varsayıyorum.
Gerçek sevdiği kim, yakarışları kimedir, aklıma geldikçe titriyorum.
Gönlüm okşanıyor, ruhum bu seslerle yıkanıyor. Leo, ezanı resmen dinliyor, cevap veriyor.
Yaratıcısını bilen, beni Allah’a götüren öğretici Leo’yu bütün kalbimle selâmlamaktan kendimi alamıyorum.
Leo’nun duruşundan utanıyorum.