Hatıralar canlanıyor yazı serisi
70’li yıllarda Üniversite öğreniminde bir genç olarak, karşılaştığım fikri ve siyasi durumlarını yazmam, o günü ve olaylarını tanımak ve tahlil etmek açısından yararlı olacaktır.
Batı yanlısı aydınlarımızın, ülkemizi uzun yıllar idare etmeleri sonucu okulların bağlı olduğu Milli Eğitim başta olmak üzere, bütün kurumlarımız “batılı değerlere” bağlanmış ve o değerlere göre çalışmaktaydılar. Buna göre yetişen her genç içki içer, hanımı kızı açıktır, dans etmesini bilir, flört yapar vb. işleri iyi becerirlerdi.
Milli değerlerimize bağlılık mı… Aman sakının… Bu değerler gericilik, yobazlık, bağnazlık olarak değerlendirilir, bu değerlere sahip olanlar dışlanır, suçlanır ve hatta mahkûm edilirlerdi. Hasbelkader (tesadüfen) bir genç, ana ve babasının tesiriyle milli değerlerimize bağlı yetişmişse onun için “İmalat hatası” tabiri kullanılırdı.
Batı’nın bütün değerleri maddiyat (maddecilik) üzerine kurulmuştur. Her ne kadar Hıristiyanlık ve onun kiliseleri varsa da, kiliseye giren bir Hıristiyan zaten aklını kilisenin dışında bırakarak kiliseye girmekte olduğundan o ancak kendine söylenenleri (telkin edilenleri) kabule mecbur bırakılmaktadır.
Maddeciliğin dayandığı temel prensip ise “kuvvet” tir. Batılılar, kuvvete önem vermekte ve kuvveti bir hak sebebi saymaktaydılar. Hâlbuki kaba kuvvet, maddeye bağlı olduğundan sadece insanları ezmekte ve bir zulüm aracı olarak kullanılmaktadır. “Ben kuvvetliyim, ne dersem o olacak” mantığı kuvveti hak sebebi saymanın bir tezahürüdür.
Batılıların ikinci önemli temel kabulleri “çıkar - menfaat” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu adamlar her düşüncelerinde ve her hareketlerinde önce menfaatlerini öne çıkarmakta sonra neler yapacaklarına karar vermektedirler.
Batı insanı, her an menfaatçi (çıkarcı) bir insandır. Çünkü onlar için menfaat hak sebebidir. Mademki bir yerde çıkarları var o halde o yer işgal edilmelidir, mantığındadırlar. Ana, baba, büyük babanın gençler karşısında bir kıymeti yoktur. Eğer bunlardan birinde zenginlik adına bir şeyler varsa “hazırlanan bir suikast neticesinde zengin olan ebeveyn öldürülmekte ve servetine konulmaktadır.” Batıda çevrilen polisiye filmlerinin birçoğunda bu tema işlenmektedir.
Bu gün bile Amerika Irak’ı işgal ederken, “Irak elinde nükleer füzeler var. Saddam halkına zulmediyor. Irak’a demokrasi getireceğiz” gibi zahiri sebepleri bir kenara bırakırsak, “Benim Irak petrollerinde çıkarım vardır” diye inandıkları için Irak’ı işgal etmişlerdir.
Batılı, kuvveti üstün tutar. Bunların temel düşünce ve inançları, küçüğe her hangi bir hak tanımadan “Büyük balık, küçük balığı yutar” şeklindedir. Yıllardır filmlere konu olan “Kovboy filmlerini” bu gün “Mafya dizileri ile polisiye filmlerini” seyredince Batılının nasıl kuvveti üstün tuttuğu, bütün açıklığıyla görülmektedir.
Bunların inançlarında, zayıfın, fakirin, güçsüzün yaşamaya hakları yoktur. Ya ölmeli veya bunlara köle olmalıdır.
Hâlbuki “doğum ve ölüm arası” bir hayata sahip olmak, aslında ne kadar boş ve anlamsız olurdu. Öyle ya, güçlülerin zayıfları ezdiği bir hayatta eğer her yapanın yaptığı zulüm yanına kar kalıyorsa bu dünyada yaşamanın ne manası olurdu.
Batılılar, ayrıca “imtiyaza ve asalete” önem vermekte, “Ben beyazım, sen siyahsın. Ben birinci mevkide seyahat edeceğim sen üçüncü mevkide…” demektedirler.
Dikkat edilecek olursa bu asalet budalalığı, Batının her yerinde bol bol bulunmaktadır. Almanlar üstün ırktırlar. İngilizlerin asaleti çok üstündür. Fransızların eline bu konuda kimse su dökemez. Daha düne kadar “hapishane kaçkını…” olan Amerikalıların bu gün yanlarına bile yaklaşılamamaktadır.
Batılı adamların bir önemli hareken noktaları ise “çoğunluğu hak sebebi” olarak görmeleridir. İki adet parmak fazla olanlar kendilerinde, parmak sayısı daha az olanların haklarını pervasızca çiğneme haklarını elde edebilmektedirler. Ben senden daha kalabalığım, benim çoğunluğum senden fazla, öyleyse ben ne dersem sen ona uyacaksın” demektedirler.
Söz buraya gelmişken, milletimizin maneviyata dayalı olarak ortaya koyduğu gerçek hak ölçülerini sadece başlıklarıyla görmemiz, mukayese yapmak için yerinde olacaktır.
TEMEL İNSAN HAKLARI
Milli değerlerimiz önce “maneviyatı üstün tutar” ve vazettiği kuralları maneviyat süzgecinden geçirerek ortaya koyar. Yapılan her işte önce Allah’ın rızası arar.
Milli değerlerimizin ikinci önemli hususu da nefse esareti değil “nefis terbiyesini” esas almasıdır. Çünkü nefis terbiyesi, kişinin kendini herkesten üstün görmesini önler ve başkalarını da düşünmeye sevk eder.
Yukarıda ki prensipler ışığında tabii (doğal) insan haklarını gözden geçirecek olursak;
1. İnsan olmaktan doğan hak
Bu hak, insan olan herkese verilen haklardır. O insan hangi dine inanırsa inansın, ırkı ne olursa olsun, derisinin rengi başka insanlara benzemesin bu haklarını rahatça kullanmalıdır.
2. Adalet gereği hak Bir iş yerinde aynı işi yapan iki kişinin değişik (farklı)ücretler alması değil aynı ücreti alması demektir.
3. Emek karşılığı, Çalışanın hakkının alnının teri kurumadan verilmesidir.
4. Karşılıklı rıza ile (mukaveleden) doğan haklardır.
İki insan bir iş yapımında birlikte anlaşarak bir takım şartlar belirlemiş ve hele de bunları da yazılı hale getirmişlerse her iki tarafında bu sözleşmede hak ve vecibeleri (sorumlulukları) doğmaktadır. Kalanını, bir sonra ki yazımızda inceleyelim.
70’li yıllarda Üniversite öğreniminde bir genç olarak, karşılaştığım fikri ve siyasi durumlarını yazmam, o günü ve olaylarını tanımak ve tahlil etmek açısından yararlı olacaktır.
Batı yanlısı aydınlarımızın, ülkemizi uzun yıllar idare etmeleri sonucu okulların bağlı olduğu Milli Eğitim başta olmak üzere, bütün kurumlarımız “batılı değerlere” bağlanmış ve o değerlere göre çalışmaktaydılar. Buna göre yetişen her genç içki içer, hanımı kızı açıktır, dans etmesini bilir, flört yapar vb. işleri iyi becerirlerdi.
Milli değerlerimize bağlılık mı… Aman sakının… Bu değerler gericilik, yobazlık, bağnazlık olarak değerlendirilir, bu değerlere sahip olanlar dışlanır, suçlanır ve hatta mahkûm edilirlerdi. Hasbelkader (tesadüfen) bir genç, ana ve babasının tesiriyle milli değerlerimize bağlı yetişmişse onun için “İmalat hatası” tabiri kullanılırdı.
Batı’nın bütün değerleri maddiyat (maddecilik) üzerine kurulmuştur. Her ne kadar Hıristiyanlık ve onun kiliseleri varsa da, kiliseye giren bir Hıristiyan zaten aklını kilisenin dışında bırakarak kiliseye girmekte olduğundan o ancak kendine söylenenleri (telkin edilenleri) kabule mecbur bırakılmaktadır.
Maddeciliğin dayandığı temel prensip ise “kuvvet” tir. Batılılar, kuvvete önem vermekte ve kuvveti bir hak sebebi saymaktaydılar. Hâlbuki kaba kuvvet, maddeye bağlı olduğundan sadece insanları ezmekte ve bir zulüm aracı olarak kullanılmaktadır. “Ben kuvvetliyim, ne dersem o olacak” mantığı kuvveti hak sebebi saymanın bir tezahürüdür.
Batılıların ikinci önemli temel kabulleri “çıkar - menfaat” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu adamlar her düşüncelerinde ve her hareketlerinde önce menfaatlerini öne çıkarmakta sonra neler yapacaklarına karar vermektedirler.
Batı insanı, her an menfaatçi (çıkarcı) bir insandır. Çünkü onlar için menfaat hak sebebidir. Mademki bir yerde çıkarları var o halde o yer işgal edilmelidir, mantığındadırlar. Ana, baba, büyük babanın gençler karşısında bir kıymeti yoktur. Eğer bunlardan birinde zenginlik adına bir şeyler varsa “hazırlanan bir suikast neticesinde zengin olan ebeveyn öldürülmekte ve servetine konulmaktadır.” Batıda çevrilen polisiye filmlerinin birçoğunda bu tema işlenmektedir.
Bu gün bile Amerika Irak’ı işgal ederken, “Irak elinde nükleer füzeler var. Saddam halkına zulmediyor. Irak’a demokrasi getireceğiz” gibi zahiri sebepleri bir kenara bırakırsak, “Benim Irak petrollerinde çıkarım vardır” diye inandıkları için Irak’ı işgal etmişlerdir.
Batılı, kuvveti üstün tutar. Bunların temel düşünce ve inançları, küçüğe her hangi bir hak tanımadan “Büyük balık, küçük balığı yutar” şeklindedir. Yıllardır filmlere konu olan “Kovboy filmlerini” bu gün “Mafya dizileri ile polisiye filmlerini” seyredince Batılının nasıl kuvveti üstün tuttuğu, bütün açıklığıyla görülmektedir.
Bunların inançlarında, zayıfın, fakirin, güçsüzün yaşamaya hakları yoktur. Ya ölmeli veya bunlara köle olmalıdır.
Hâlbuki “doğum ve ölüm arası” bir hayata sahip olmak, aslında ne kadar boş ve anlamsız olurdu. Öyle ya, güçlülerin zayıfları ezdiği bir hayatta eğer her yapanın yaptığı zulüm yanına kar kalıyorsa bu dünyada yaşamanın ne manası olurdu.
Batılılar, ayrıca “imtiyaza ve asalete” önem vermekte, “Ben beyazım, sen siyahsın. Ben birinci mevkide seyahat edeceğim sen üçüncü mevkide…” demektedirler.
Dikkat edilecek olursa bu asalet budalalığı, Batının her yerinde bol bol bulunmaktadır. Almanlar üstün ırktırlar. İngilizlerin asaleti çok üstündür. Fransızların eline bu konuda kimse su dökemez. Daha düne kadar “hapishane kaçkını…” olan Amerikalıların bu gün yanlarına bile yaklaşılamamaktadır.
Batılı adamların bir önemli hareken noktaları ise “çoğunluğu hak sebebi” olarak görmeleridir. İki adet parmak fazla olanlar kendilerinde, parmak sayısı daha az olanların haklarını pervasızca çiğneme haklarını elde edebilmektedirler. Ben senden daha kalabalığım, benim çoğunluğum senden fazla, öyleyse ben ne dersem sen ona uyacaksın” demektedirler.
Söz buraya gelmişken, milletimizin maneviyata dayalı olarak ortaya koyduğu gerçek hak ölçülerini sadece başlıklarıyla görmemiz, mukayese yapmak için yerinde olacaktır.
TEMEL İNSAN HAKLARI
Milli değerlerimiz önce “maneviyatı üstün tutar” ve vazettiği kuralları maneviyat süzgecinden geçirerek ortaya koyar. Yapılan her işte önce Allah’ın rızası arar.
Milli değerlerimizin ikinci önemli hususu da nefse esareti değil “nefis terbiyesini” esas almasıdır. Çünkü nefis terbiyesi, kişinin kendini herkesten üstün görmesini önler ve başkalarını da düşünmeye sevk eder.
Yukarıda ki prensipler ışığında tabii (doğal) insan haklarını gözden geçirecek olursak;
1. İnsan olmaktan doğan hak
Bu hak, insan olan herkese verilen haklardır. O insan hangi dine inanırsa inansın, ırkı ne olursa olsun, derisinin rengi başka insanlara benzemesin bu haklarını rahatça kullanmalıdır.
2. Adalet gereği hak Bir iş yerinde aynı işi yapan iki kişinin değişik (farklı)ücretler alması değil aynı ücreti alması demektir.
3. Emek karşılığı, Çalışanın hakkının alnının teri kurumadan verilmesidir.
4. Karşılıklı rıza ile (mukaveleden) doğan haklardır.
İki insan bir iş yapımında birlikte anlaşarak bir takım şartlar belirlemiş ve hele de bunları da yazılı hale getirmişlerse her iki tarafında bu sözleşmede hak ve vecibeleri (sorumlulukları) doğmaktadır. Kalanını, bir sonra ki yazımızda inceleyelim.