Şili’de denenen özelleştirme, İngiltere’de pekiştirildi. Bütün özelleştirme yöntemlerinin denendiği İngiliz özelleştirmesinin temelini “halka arz yöntemi” oluşturdu. Bu yöntem ile hisse senetlerinin geniş kitlelerce alınması sağlandı. Sadece British Gas Firması’nın hisse senetlerini 3 milyon kişi almıştır.
İngiltere’de 1980’de Sanayi Kanunu çıkarılarak işe başlanmıştır. Amacı millileştirme olan kamu kurumlarının elindeki şirketler özelleştirilmiştir. Sanayi Kanunu’nun çıkması ile Gaz, Çelik, Telekominikasyon gibi kamu kuruluşları, hisse senetlerinin halka satışı şeklinde özelleştirilmiştir.
Türkiye’ye özelleştirmeyi öneren Batılı ülkelerin kendileri özelleşmiyor. Batılılar, Türkiye’nin özelleştirdiklerini satın alıyorlar. Bize, “Kamunun payını küçültün” diyenler, kendi kamu paylarını ise küçültmüyorlar. Nisan 2006 verilerine göre bazı ülkelerin kamu payları şöyledir: Belçika’da % 49, İsveç’te % 49, Hollanda’da % 47, Norveç’te % 47, İngiltere’de % 41, Kanada’da % 41, Japonya’da % 48’dir. Türkiye’de ise kamunun payı sadece % 24 olmasına rağmen hala “düşün, azaltın” diyorlar.
Bankaların; Almanya’da % 89’u, Fransa’da % 60’ı, Yunanistan’da % 72’si, Japonya’da % 40’ı kamu bankasıdır. Türkiye’de bankaların % 25’i kamu bankasıdır.
Buna rağmen Türkiye’ye gelince “Devlet bankacılık yapmaz” denilerek, “Halk Bankası’nı, Ziraat Bankası’nı satın” diye bastırıyorlar.
Türkiye’de özelleştirme sonrası bankaların % 40’ı yabancıların eline geçmiştir. Bu çok vahim bir durumdur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, Türkiye’de 49 bankanın, ilk 10’nun genel bankacılığın
% 90’ını kapsadığını, “Bankaların % 40’ı yabancıların elinde. Türkiye yabancı bankalara karşı bir strateji geliştirmelidir. Çünkü yabancı sermaye iyi durumdayken ülkeye döviz getirir ve yanınızda durur, fakat kötü durumda iseniz sizden kaçar” demiştir. (Merhaba Gazetesi, Konya, 01.04.2010)
ÖZELLEŞTİRME İÇİN NE DİYORLAR?
Brendan MARTİN (İngiliz Araştırmacı ve Gazeteci): Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada özellikle de gelişmekte olan pek çok ülkede, özelleştirme ve Liberal Değişim Politikaları, IMF ve Dünya Bankası tarafından empoze edilmiştir.
IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum programları rutin olarak özelleştirmeyi kapsamaktadır. Hatta bazı programlarında hangi iktisadi teşekküllerin özelleştirileceği bile belirtilmektedir… IMF’nin bu konudaki politikasını eskiden IMF’nin üst düzey yetkilisi olan birisi kadar benim tanımlamama imkân yoktur. Buna bir örnek vermek istiyorum. Kendisinin ismi Davison Budhoo, Trinidad’lı…
12 yıl IMF ve Dünya Bankası için üst düzey yönetici olarak çalışmıştı. İstifasını sebebini açık bir şekilde, açık bir mektupla ilân etmek cesaretini gösterdi. Şöyle yazıyordu:
“Beş yıl kadar önce Başkan Reagan etkin bir biçimde, üçüncü dünyayı kapitalizmin serbestçe dönen tekerlekleri için yeni bir alan yapmamız konusunda bize talimat verdi. Ve biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir misyon duygusu ile yanıt vermiştik. 1983 yılından sonra yaptığımız her şey; ya güneyi özelleştireceğiz, ya öleceğiz şeklindeki yeni görev anlayışımızın bir parçası olarak yapılmıştır. Bu amaç uğruna biz 1983-1988 yılları arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık.” (3 D Dergisi, Ekim 1994, Sayı: 1, sh: 37)
ABD bata olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’ni sömürmek için sürekli tuzak peşindedirler. İşte bu sömürü tuzaklarından biri de özelleştirme adı altında, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde yapılan yağmalama, soygun ve vurgundur.
IMF ve Dünya Bankası’nın önerdiği özelleştirme politikası; satıp, savurma, yok etme ve yağmalamadır. Özelleştirme yapılan ülkeler de, indirilen darbelerle yerli üretim azalırken, ithalat artmaktadır. Zaten Batılı emperyalist ülkelerin özelleştirmeden amaçları ilgili ülkelerde yerli üretimin azalması, ithalatın artmasıdır. Batı’nın önerdiği ve yapmasını istediği bütün özelleştirmeler bu amaçlar uğruna yapılmaktadır.
İngiltere’de 1980’de Sanayi Kanunu çıkarılarak işe başlanmıştır. Amacı millileştirme olan kamu kurumlarının elindeki şirketler özelleştirilmiştir. Sanayi Kanunu’nun çıkması ile Gaz, Çelik, Telekominikasyon gibi kamu kuruluşları, hisse senetlerinin halka satışı şeklinde özelleştirilmiştir.
Türkiye’ye özelleştirmeyi öneren Batılı ülkelerin kendileri özelleşmiyor. Batılılar, Türkiye’nin özelleştirdiklerini satın alıyorlar. Bize, “Kamunun payını küçültün” diyenler, kendi kamu paylarını ise küçültmüyorlar. Nisan 2006 verilerine göre bazı ülkelerin kamu payları şöyledir: Belçika’da % 49, İsveç’te % 49, Hollanda’da % 47, Norveç’te % 47, İngiltere’de % 41, Kanada’da % 41, Japonya’da % 48’dir. Türkiye’de ise kamunun payı sadece % 24 olmasına rağmen hala “düşün, azaltın” diyorlar.
Bankaların; Almanya’da % 89’u, Fransa’da % 60’ı, Yunanistan’da % 72’si, Japonya’da % 40’ı kamu bankasıdır. Türkiye’de bankaların % 25’i kamu bankasıdır.
Buna rağmen Türkiye’ye gelince “Devlet bankacılık yapmaz” denilerek, “Halk Bankası’nı, Ziraat Bankası’nı satın” diye bastırıyorlar.
Türkiye’de özelleştirme sonrası bankaların % 40’ı yabancıların eline geçmiştir. Bu çok vahim bir durumdur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, Türkiye’de 49 bankanın, ilk 10’nun genel bankacılığın
% 90’ını kapsadığını, “Bankaların % 40’ı yabancıların elinde. Türkiye yabancı bankalara karşı bir strateji geliştirmelidir. Çünkü yabancı sermaye iyi durumdayken ülkeye döviz getirir ve yanınızda durur, fakat kötü durumda iseniz sizden kaçar” demiştir. (Merhaba Gazetesi, Konya, 01.04.2010)
ÖZELLEŞTİRME İÇİN NE DİYORLAR?
Brendan MARTİN (İngiliz Araştırmacı ve Gazeteci): Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada özellikle de gelişmekte olan pek çok ülkede, özelleştirme ve Liberal Değişim Politikaları, IMF ve Dünya Bankası tarafından empoze edilmiştir.
IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum programları rutin olarak özelleştirmeyi kapsamaktadır. Hatta bazı programlarında hangi iktisadi teşekküllerin özelleştirileceği bile belirtilmektedir… IMF’nin bu konudaki politikasını eskiden IMF’nin üst düzey yetkilisi olan birisi kadar benim tanımlamama imkân yoktur. Buna bir örnek vermek istiyorum. Kendisinin ismi Davison Budhoo, Trinidad’lı…
12 yıl IMF ve Dünya Bankası için üst düzey yönetici olarak çalışmıştı. İstifasını sebebini açık bir şekilde, açık bir mektupla ilân etmek cesaretini gösterdi. Şöyle yazıyordu:
“Beş yıl kadar önce Başkan Reagan etkin bir biçimde, üçüncü dünyayı kapitalizmin serbestçe dönen tekerlekleri için yeni bir alan yapmamız konusunda bize talimat verdi. Ve biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir misyon duygusu ile yanıt vermiştik. 1983 yılından sonra yaptığımız her şey; ya güneyi özelleştireceğiz, ya öleceğiz şeklindeki yeni görev anlayışımızın bir parçası olarak yapılmıştır. Bu amaç uğruna biz 1983-1988 yılları arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık.” (3 D Dergisi, Ekim 1994, Sayı: 1, sh: 37)
ABD bata olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’ni sömürmek için sürekli tuzak peşindedirler. İşte bu sömürü tuzaklarından biri de özelleştirme adı altında, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde yapılan yağmalama, soygun ve vurgundur.
IMF ve Dünya Bankası’nın önerdiği özelleştirme politikası; satıp, savurma, yok etme ve yağmalamadır. Özelleştirme yapılan ülkeler de, indirilen darbelerle yerli üretim azalırken, ithalat artmaktadır. Zaten Batılı emperyalist ülkelerin özelleştirmeden amaçları ilgili ülkelerde yerli üretimin azalması, ithalatın artmasıdır. Batı’nın önerdiği ve yapmasını istediği bütün özelleştirmeler bu amaçlar uğruna yapılmaktadır.