Medeniyetler insanlık âlemine, yeni bakışlar, yeni fikirler bizim anlayışımızla yeni hikmetlere kapı açarlar. Meselâ, Çin medeniyeti kendi düşünürleri Konfiçyüs’un getirdikleriyle şekillenir. Hindistan’da Budizm’in kurucusu Buda’nın fikirleri etkindir. Kadîm Yunanda felsefî düşünceler hâkimdir. Batı’nın Ortaçağı Hıristiyan rûhundan oluşmuştur. Yeniçağda ise Descartes’ın getirilerine tâbi olundu.
Batı’da önceleri ilmin gelişmesi ile teknik kazanımlar hızlandı ardından pozitivizm ve sömürgecilik hamleleri onların hırs hamlesi oldu, derken ruh kültürleri yıkıldı. Günümüzde hiçbir ruh alt yapısına sâhip olmayan Amerikan hâkimiyeti Batı’yı ezdi, geçti. ‘Bugün büyük Batı kültürünün ağırlık merkezi hikmet ve felsefe, sanat ve edebiyat değildir, fizik ve kimya ilimlerini kendisine hizmetkar yapan büyük tekniktir. Batı dünyâsı, kendi temellerini teşkil eden eski Yunan hikmetinin büyük üstâdı Sokrat’ın felsefeyi fizikten ahlâka yükseltmesine karşılık, asrımızın insanını ahlaktan fiziğe çevirmiş bulunuyor. II. Dünya Harbi’nden bu yana Batı maarifi, kuruluşundaki ruh ve ahlâkından bütün bütün sıyrılarak sanayinin emrine girdi. Bu hal Batı medeniyetinin yıkılışıdır.’ (Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davâsı, 2019, İst, s.41)
Bizde ise İslam dünyâsı kültürünü, yüzyıllardan bu yana hukuk ve kelam ilimleriyle yan yana gelişen tasavvuf ilmi şekillendiriyordu. Daha sonraları Batıda gelişen felsefi akımların etkisiyle medreselerle âdeta bir savaş başladı. Fuzûli ve Yunustan, Akife kadar uzanan İslam çizgisinde pek çok sapmalar oldu. İlerleyen yıllarda ruhsuz bir ilim anlayışı hüküm sürdü ve bu anlayış medreselerimizin kapılarını bir bir kapattı. Üstad Nurettin Topçu bu hususta şunları kaydediyor; ‘Geçen asrın içinde adım adım İslam kültürünü budayarak yerine Batı kültürünü koyan bu garplılaşma hareketi asrımızın başında hızını artırdı. Meşrûtiyet maarifi medresenin yanında, onun üstüne yükseltilen mekteplerimiz için doğrudan doğruya Fransızların 1902 maarif programını benimsemekte tereddüt etmedi.’ (A.g.e, s.42)
Zamanla yeni kurulan mekteplerde Arapça ve Farsça dersleri kaldırılarak milletin çocukları kendi medeniyetini yadırgar hâle getirildi. Getirilen reformlarla maarif sistemi işleyişinde; ‘Önce metafiziğin Allah bahsi lise programlarından çıkarıldı, sonra Allâh’a götürüyor diye ruh bahsi atıldı. Daha sonra varlık üzerinde düşündürdüğü için bütün metafizik bahisleri lise felsefe programlarından çıkarıldı. İnsan tanıtan ahlak bahsi ise felsefe programlarının ufak bir köşesine sıkıştırıldı… Pozitivist düşüncenin hâkim olduğu otuz beş senenin sonunda ruh kültürü okuldan tamâmen kovuldu.’(A.g.e, s.44) İşte bu şekilde millilikten eser kalmayan Fransızların öngördüğü bir maarif sistemiyle okullar devam etti. Hakikaten memlekette aklı çalışan hiç mi ilim adamı olmadı da gençliğin bu şekilde ruhsuz ve inançsız yetişmesine mâni olamadı diye hayıflanıyoruz ama Menderes’in başına gelenleri düşününce de dilimiz lâl oluyor.
‘Millet rûhu ile bağları kopartılan bugünkü okul, millete insan yetiştirmek için değil, fabrikaya usta yetiştirmek için çalışıyor. (O da olsun ama ruhla olsun aynı âhî teşkilatlarındaki gibi) Ruhsuz, idealsiz, inançsız bir öğretim gençliğe karakter yerine hüner verecek ve insanı elbette aşağı canlıların hizâsına indirecektir. İnsanlığın gidişinde bu eşsiz gerileyiş, inkilap adı ile adlandırılsa bile nesilleri bir cehennem hayâtına doğru götürmektedir.’ (s.45) Bu gerçekler bir hakikattir.
Senelerdir milli ve mânevî bir rota belirleyemeyen sâdece Batıdan gelen fikir ve eğitim programlarıyla şekillenen eğitime elbette Milli denemez ve bu milli olmayan mektepler de gençliğe karakter mayası oluşturamaz. Bu milletin bir zamanlar kutsal kitâbı olan Kur’ân’ın okunması, okutulması, öğretilmesi hatta evlerde bulundurulması dahi yasaklandı. Halkın ibâdetlerinin yapıldığı Câmilerin –af edersiniz- ahıra çevrilmesi söz konusu idi. Bu sebeple halkımız dînî hususta câhil kaldı dolayısıyla insanımız evlâdına da bir şeyler öğretemedi. Bunun sonucunda nesiller büyüklerini cehâletle suçladı dahası aşağıladı. Batı’ya büyük umutlarla bel bağlandı. Neredeyse Batı ve değerleri kutsandı kendi değerlerimiz ötelendi, hayat sahnesinden kısa zamanda silindi. Dolayısıyla bugün hiçbir değer tanımayan büyüklerini küçümseyen bir nesil ortaya çıktı. Bu kabul edilemez bir tablodur. Üstâdın sözleriyle yazımızı sonlandıralım:
‘Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki bizi kendi rûhumuza kavuştursun. Her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın. Hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetişsin. Her ferdimizi milletimizin târihi içinde aratsın, vicdanlarımıza her an Allâh’ın huzûrunda yaşamayı öğretsin.’ (s, 47) Değil mi? Biz de bugün bunu istiyoruz.