Aslında tasarruf etmek için gereğinden fazlasını kullanmamak bence yeterli olur. Kapsamı kitabi açıdan hemen genişletelim;
Toplu ulaşım araçları tercih edilebilir,
Eski kıyafetler tekrar değerlendirilebilir,
Su tasarrufu ile ilgili tedbirler alınabilir,
Yukarıdaki maddeleri okullarda “Hayat Bilgisi” dersinde diğer maddelere eklenerek öğretiliyor. Bundan hiç ama hiç şüphem yok. Nereden bilyorum, ben de veliyim. Aslında toplumun bel kemiği olan öğretmenler azıcık maaş ile üç kaplan gücünde çalışıyorlar(Adalet-Sebat-Liyakat). Yönetim ve idareciler için demiyorum. Öğreten, belleten öğrenciyle göz göze gelen, bire bir derse giren neferler için yazıyorum. Sizce neden sınıfa siyaset giremiyor? Sınıfta alınan hizmeti değerlendiren, tartan ve bu 3 kaplan gücünde olan yani, kaplanlara önem gösteren öğrenciler var da o yüzden siyaset kapının dışında kalıyor. Aslında bu kaplanlara en çok bu öğrencilerin ihtiyacı var. Lakin, teoride öğrendikleri bu kaplanlarla pratik yapacakları yer var mı?
Tasarruf tasarruf diye çığıran kamu spotlarının hazırlanma talimatını verenler, neden toplumun en çok tüketenleri olurlar? Asıl geleceğimiz için ekmek gibi su gibi biz bu kaplanlara mecbur değil miyiz? Asıl tasarruf, geleceğimizin teyminatı olan öğrencilere bunun önemini öğretmek değil mi? Tasarrufa, tasarrufu öğretenden keserek mi başarıya ulaşmayı düşünüyorlar? Tasarruf bunu öğretene az maaş vermek mi, tonlarca kağıdı boyayıp-süsleyip cadde ve sokaklara asmak mı? Unutmayın belkemiği kırılırsa vücut felç olur.
Farkında mısınız? EYT çıktı, yeni bir hakmış gibi; çoğu asgari ücretli çalıştığı yerden emekli olup çalışmaya devam etti: (7,5 + 8,5 = 16 bin) Siyasi formül bu, kaç tane iktisatçının sanırım aklına gelmezdi. Eee, öğretmende aynı maaşı alıyor? Sen yüksek lisans yapanla lise mezununa aynı maaşı verdin? Gerçi çoğu özel kurum bunu da vermiyor! Dostlar siz ne yapıyorsunuz? Eğitim fakültelerinin puanları yerlerde sürünüyor, öğretmenin kıymeti kalmadı. Bunu çok ağır öderiz! Lütfen birileri çıksın ve kral çıplak desin? Bu siyaset üstü bir durum değil mi? Tasarrufun adını bayraklara yazıp kapısını açıp, yeni nesillere aktaracak köprüyü pamuk ipliğinden yapıp, üzerinden külçe külçe altın götürsen ne yazar? Yeni nesil bunu yemiyor, hemen yiyecekleri yeni formül bulalım! Konveyör bant misali çevirip çevirip topluma sunalım. Mutlaka sonunda yediririz.
Sonuçta, burası çok mühim; kararın maliyeti vardır. Bu sebepten sorumluluk karar vericilerindir. Bu nedenle kızınca, “Balık baştan kokar.” deriz.
İlçe belediyesinde köylere ulaşmak için alınan, kocaman tekerleri olan cip göze batmaz. Çünkü, o cip bu kış en az 9 tane anneyi doğuma yetiştirecektir. Ancak lüks ve pahalı bir makam otomobili, tarladan gelip evine giden Mehmet Dayının gözünede, yüreğinede batar. Yapmayın ne olur! Toplumu salak yerine koymayı bırakın bir kenara, yüreklerdeki yaralarda zamanla iyileşir diyelim; daha hazin olan bir sonuç var. O da, bu güruh toplumun içine yavaş yavaş virüs gibi sızmaya başladı. Suçluların tam anlamıyla cezalandırılmamaları, toplumun alışkanlıklarının değişmesine sebep olmaya başladı. Hani hatırlayın, Matrıx filminde ajanlar bir bir vücutları teslim alıyordu. Ajanların sayısı toplumun içinde bihayli artarsa ki, oraya doğru gidiliyor şu an da; vay ki vay halimize…
İlla ki çeştiman mı çağıralım? Eskiden köylük yerde, kimse kimsenin hububatına ilişmesin diye, “Kır bekçisi” olarak geçen çeştimanlar olurmuş. Anlayacağınız hakiki tasarruf zihinlerde, davranışlarda hasıl olur. En başta dedik ya, özhakiki tasarruf gereğinden fazlasını tüketmemektir. Hele tasarrufu öğretenden esirgemekle hiç olmaz.
Bir filmde izlemiştim; “Siz hiç ihtiyacından fazlası için avlanan aslan gördünüz mü?” Yani, hayvanlar kadar olsak kafi.
Şimdi dostlar çayları tazeleyin madalyonu çeviriyorum. Alın size altın soru; “Acaba kamudaki yönetici kadrolarında tasarrufa mı gitsek, sivil teşebbüslerde aynı yönetimi çok daha az idareciyle gerçekleştiriyorlar.” Milletvekili ve bakanlarımızın danışman ve koruma ordusuyla sayılarının ne durumda olduğuna baksak mı? Yani tasarrufu bizden isteyen ne kadar konuya sahip çıkıyor? Yıllardır kronikleşen bu kaygı, kime tasa ya da kime dert?
Mohandos Karamçand Gandhi, Hindistanı’ın kurtuluşunu sağlayan liderdir. Bir gezi sırasında trene binmek üzereyken, ayakkabısı trenin altına düşer. O esnada tren düdüğünü çalmaya başlar. Hareket etmek üzere olan trenin logomotifinden sesler, bacasından kara duman gelmeye başlar. Gandhi hiç düşünmeden, düşen ayakkabının çiftini de ayağından çıkarıp diğerinin yanına atar. Akabinde ekibiyle alelacele trene binerler. Ekip, ülkeyi boydan boya geçecek, planlı gezinin ortasındadırlar. Hemen yeni bir çift ayakkabı bulunur, lidere arz edilir. Ancak, çıplak ayaklarıyla trene binen Gandhi’nin bunu neden yaptığı merak konusudur. Dayanamayan başdanışmanı sorar: “Neden, ayakkabının ikincisini de attınız?” Gandhi gülümser ve cevap verir: “Düşen ayakkabıyı elbet bir gariban bulur. Zengin olupta tren raylarında yürüyen birini gördünüz mü hiç? Tek ayakkabı bir işe yaramaz, bari çiftini atayım ki ayakkabıyı bulan kullansın diye düşündüm.” Demiş.
Rabbim böyle yöneticiler tarafından yönetilmeyi nasip etsin. Ayağınıza taş değmesin, bu seçimler vatana-millete hayırlı olsun inşallah.