Başörtüsü ve Devrim Kanunları

Sadık Küçükhemek
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu referandumdan önce meydanlarda “Başörtüsünü biz çözeriz,” demişti. Bunun üzerine referandumdan sonra AK Parti, “Madem öyle buyurun birlikte çözelim.” dedi ve iki parti,  20.10.2010 tarihinde bir araya geldi.  Yüksek öğretimde başörtüsü konusunu konuşurlarken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bir bildiri yayınlayarak; “Başörtüsünün laikliğe ve devrim yasalarına aykırı olduğunu savundu. Anaysa mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını belitti. Başörtüsü serbestîsinin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında koruma göremeyeceğini öne sürdü.  Yüksek yargı kararlarına rağmen çözüm için gayret gösteren siyasi partileri, politik çıkar yüzünden hukuk devleti, laiklik ve eşitlik ilkeleri ile bağdaşmaz davranmakla suçladı” (1). 
Efendim, laiklik Türkiye’de Batı’da anlaşıldığı gibi anlaşılmamaktadır. Uygulama Batı’daki gibi değil. Türkiye’nin kendine has bir laiklik anlayışı vardır. O da: İslam’ın ortaya koyduğu sosyal ve iktisadi yapıya aykırı bir sosyal ve iktisadi yapı ortaya koymaktır.  Devrim kanunları bunun için düzenlenmiştir. Ancak bunun alt yapısı ve tarihi bir değeri yoktur. Batı’da laikliğin alt yapısı ve tarihi bir değeri vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlıkla bağdaşmaktadır.
İslam dini başka Yahudilik ve Hıristiyanlık başkadır. Bu dinlerin itikadi ve hukuk esasları başkadır. Dolayısıyla bu dinlerin oluşturduğu sosyal ve iktisadi yapı ayrıdır. Birbiriyle uyuşur bir tarafı yoktur. Bu sebeple laiklik ilkesini ele alırken İslam dini ile Hıristiyanlığı aynı kefede değerlendirmeyelim. Laikçiler burada hataya düşmektedirler. İslam dininin ilkelerini Hıristiyanlık ilkeleri gibi dogmatik kabul ederler. Vahiyden ibaret olan bir din hiç dogmatik olur mu?
Tarih boyunca İslam dini ile söz konusu dinler arasında mücadele devam etmiş ve halen devam etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. İslam dini buna, hak ve batıl mücadelesi demektedir. Bu mücadelede daima hak kazanacaktır. Fetret devri ile batılın kazanmış olduğunu sanmayalım.
Batı, dinlerinin doğurduğu dogmatik düşünce ile her alanda geri kalmıştır. Bu yüzden reform ve Rönesans’ı gerçekleştirdiler ve laikliği benimsediler.  Reform, Hıristiyanlığı asli hüviyetine kavuşturmaktır. Rönesans ise bilimin önündeki hurafeleri ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla Batı’da laiklik, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın köküne dayanan sosyal ve iktisadi yapı oluşturmak şeklinde anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır. Kendine reva görülen laiklik anlayışı kendini sıkmıştır. Ne diniyle ve ne de tarihiyle bağdaşmaktadır. Bunda ısrar etmek, Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüktür. Bakın, 1982 Anayasası’nda yapılan değişiklikler ve referandum bunun için yapılmıştır. Seçimden sonra sivil anayasa bunun için yapılacaktır. Statükonun, alt yapısı ve tarihi değeri olmayan laiklikte ısrar etmesi hem kendileri için ve hem de Türkiye için talihsizliktir.
Anayasa mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri niçin bağlasın? Statükonun aleti mi olsun? Anayasa mahkemesi, anayasada başörtüsünü yasaklayan bir madde yok iken, bu konuda ideolojik bir yorum yapmıştır. YÖK, bu yoruma dayanarak YÖK kanununa bir madde koymuştur. O günden beri başörtülü öğrenciler eğitim hakkından mahrum edilmektedir. Bu durum anayasal bir suçtur; bu suça ortak olmak da suçtur.
Başörtüsü serbestîsinin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında koruma göremeyeceğini öne sürmek, doğru değildir. Meseleye materyalist felsefe açısından bakılırsa böyle garabet bir hüküm ortaya atılır; yazık! Bu milleti hiçe saymak anlamına gelir.
Yüksek yargı kararlarına rağmen çözüm için gayret gösteren siyasi partileri, politik çıkar yüzünden hukuk devleti, laiklik ve eşitlik ilkleri ile bağdaşmaz davranmakla suçlamakta doğru değildir. Siyasi partilerin görevi, toplumun sosyal ve iktisadi sorunlarını çözmek için vardır. Bu sebeple böyle bir bildiri yayınlamakla doğrudan doğruya Meclis’in görevine müdahale etmek, demektir; uyarı ile hiçbir alakası yoktur. Yargı vesayetini devam ettirmektir. Hukuk, hak kelimesinin cemisidir, haklar, demektir. Din ve vicdan hürriyeti haklardan biri ve en önemli haklardan biridir; olmazsa olmazlardandır. Bunu askıya alan bir devlet, hukuk devleti olur mu?
Eşitlik, “eşit insanlar arasında gerçekleşir.” anlayışı yanlıştır. Herkesin aynı dünya görüşünü benimseme mecburiyeti yoktur. Bunu sağlamak mümkün değildir. Tarihe bir bakalım, şimdiye kadar mümkün olmuş mudur? Eşitlik, herkesin inancı doğrultusunda eğitim ve öğretimden faydalanma hakkına sahiptir, demektir.
Hâsılı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, laikliği Türkiye’ye materyalizmi benimsetmek için bir araç olarak anlamakta ve bu yüzden din ve vicdan hürriyetinin sağlanması yolunda atılan her adıma karşı çıkmaktadır.  Bu bildiri de aynı gaye için yayınlanmıştır. Bu durum kabul edilemez. Kınıyoruz. Meclis, bir an önce gereğini yapması gerekir.
Kaynaklar
1. Zaman Gazetesi,  21 Ekim 2010

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.