Geçen ay TESEV’in düzenlediği bize göre çok önemli bir çalışma vardı. Sizlere duyurmanın faydalı olacağına inanıyorum. Toplumun değişik katmanlarında, farklı meslekî konumları icra eden, kadını örtülü örtüsüz ayrımcılığına tutmadan yine kadının problemlerine insânî açıdan ve eşit vatandaşlık çizgisinde yaklaşan hakkaniyetli kişilerin hatta hanımların bulunması çağ adına ve hemcinslerim adına sevindirici bir gelişme. Başörtülü eğitimli hanımların girdikleri her sosyal çevrede ikinci sınıf kişi muamelesi görmeleri gerçekten üzücü bir durum yanı sıra içinde yaşadığımız çağ adına da menfi bir gelişme olduğu kanaatini taşıyoruz.
Bunu ben kendim bizzat İngilizce öğretmeni olarak çalışma hayâtım boyunca sıkıntısını hep çekmişimdir. Başörtülü çalışmam sanki uzaydan gelmişim gibi muamelelere mâruz kalmama sebep oldu. Öğretmenler odasında günlerce, aylarca kendini bilmez kişilerin hem nefretkar bakışlarıyla hem sözleriyle âdeta baskı altında tutuldum. Hatta öyle ki bir seferinde, müfettişlerin uzun süren saatler boyu sorgusundan sonra gece geç saatlere kadar evlerine gitmeyip beni bekleyen arkadaşlarıma hitâben; ‘Neden siz değil de ben? Neden ben? Bir metrelik bez parçasına nasıl takılınır? Meslekî açıdan yetersiz olsam neyse, neden ben? Neden ben?’ diye öyle bir ağlamıştım ki, saatlerce ağlamam kesilmedi. Meslekî açıdan çok başarılı bir öğretmen olduğum halde yıllarca başörtüsü yüzünden çok sıkıntılar çektim, cezâlar aldım. Âmirin uyarısına uymama, terfi ettirilmeme, maaş kesimi, okul değiştirme, il dışı sürgün daha neler neler. Devamlı her gittiğim okulda hesap verme durumunda kaldım. Her an o psikolojiyle dersler girerdim. Bu bir bayan için elbette çok yıpratıcı ve yorucu. Sizin mevcut performansınızı menfi etkiliyor. Mânevi yıkımı, ruhî çöküntüyü de berâberinde getiriyor. Kendi memleketimde üvey evlat muamelesi ciddi bir ayrımcılık. Başörtüsüyle çalışmak ateşten bir gömlekle çalışmak gibidir. Neyse kendimi anlatmaktan çok meseleye gelmek istiyorum ama bu arada benim hayâtımın İstanbul’da bir yazar arkadaşım tarafından kaleme alındığını da buradan duyurmak istiyorum. İnşaallah yaza veya yaz sonuna kitap olarak çıkacağını da sizlere söylemiş olayım. Hayırlısı.
‘Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık: Uzman Mesleklerde Başörtülü Kadınlar’ isimli çalışmaya sahasında başarılı birçok uzman katıldı. Bizzat yakînen tanıdığımız çok takdir ettiğimiz arkadaşlarımız da vardı bu çalışmada. Ama bizim en çok dikkatimizi çeken kendisinin başörtüsü olmadığı halde başörtülü hanımların meselelerine doğru yaklaşımlarla bakan Bilkent Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dilek Cindoğlu’nun görüşleri oldu. Sayın Cindoğlu; ‘Hayâtında hiç başörtüsü takmadığını ve başörtülü kadınlarla ayni inancı taşımadığını’ izah ederek konuşmasına başlamasına rağmen böyle bir çalışma yapması kadınların birbirlerinin problemlerine kayıtsız kalmadıklarını ve aralarında bir dayanışma olduğunun anlaşılması açısından önemli bir yaklaşımdı.
Önce şöyle bir özetle sözlerinin değerlendirmesini yapalım istiyoruz; diyor ki Cindoğlu; ‘Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağı sâdece başlarını örten kadınları değil bütün kadınların konumunu olumsuz bir şekilde etkiliyor; geleneksel, tutucu ve erkek egemen cinsiyet ideolojisini topluma dayatıyor. Yasağın yayılma etkisiyle başörtülü kadınların özel sektörde de iş bulmaları zorlaşıyor, kadınların hak talepleri dikkate alınmıyor.’
Prof. Cindoğlu, araştırmasını Ankara, İstanbul, Konya gibi büyük şehirlerde eğitimli ve başörtüsüyle çalışan hanımlarla yüz yüze görüşerek oluşturmuş çalışmasını. Öyle veya böyle bir şekilde üniversiteyi bitirmeyi başarmış, inançları gereği örttükleri başörtülerinden vaz geçmeden kamu kuruluşlarında çalışmak isteyen meslek sâhibi hanımefendilerin çalışma hayatlarında karşılaştıkları sorunlarla bugüne kadar kimse ilgilenmemiş, kimsenin dikkatini çekmemiş. (Örneğin benim yirmi senelik meslek hayâtımda karşılaştığım şeylerle en az üç roman yazabilirim.) Sayın Cindoğlu’nun araştırmasında şu önemli konular dillendiriliyor:
‘Araştırmam, başörtülü meslek sâhibi hanımların hemen hepsinin çalışmak istediğini ortaya koyuyor. İslâm’a göre kadının çalışmaması gerektiğini düşünerek ya da konuyu hafife alarak bugüne kadar bu meseleler hakkında fikir üretme gereği görmeyen, tartışmayan, kadınların koşullarını düzeltme üzerinde kafa yormayan İslâmî entelektüel çevreler rahatsızlık duyabilir. Çünkü araştırmaya katılan kadınlar çalışmanın sâdece para kazanmak olmadığını, kendilerini kamusal alanın bir parçası olarak görmenin önemini vurgulamış, faydalı ve üretken olmanın altını çizmişler. Kadınların Hz. Hatice örneğiyle temellendirdiklerini ve fıtratın kadının evde oturmasını gerektirdiğine inanmadıklarını belirtiyor. Tersine dindarlıklarından kaynaklanan bir sorumluluk bilinciyle mesleklerini icra etmeyi tercih ettiklerini, bunu aile içi sorumluluklarla dengelemeye çalıştıklarını söylemişler. Kadının toplumsal hayattan geri durmasını kabul edilemez olarak görüyorlar. Zâten veriler gösteriyor ki “çalışmıyor” kategorisindeki kadınların birçoğu aslında STK’larda, siyâsi partilerde, yardım kuruluşlarında bir şekilde çalışıyor, dışarıda da mesâi sarf ederek toplumun inkişâfı, dayanışması için enerjilerini zâten harcıyorlar.’
Araştırmada dikkate değer bir başka hususta şöyle izah ediliyor: ‘Mesleklerini icra etmek isteyen başörtülü kadınlara yapılan ayrımcılık daha iş başvurularında başlar. Ne kadar donanımlı ve yetkin olursa olsun başörtülü kadınlara kamu kurumları kapalı olmakla kalmaz, özel istihdam alanları da ses vermez bir duvar olur. Hiçbir şekilde kabul etmeyen, başvurulması mümkün bile olmayan laik ve ayrımcılıkta radikal olan özel sektör kuruluşları, içeride başörtüsünü çıkarmak ya da peruk takmak gibi koşullarla işe almayı kabul edenler ve bir de muhafazakar dindar olup da işe alan ve bu durumu az ücretle çalıştırarak istismar eden kurumlar. İşte önlerine çıkan üç yol. Bunun dışında kalan hakkaniyetli kurumlar tamâmen istisna kalıyor.
İşe girildiğinde ise en çok rahatsızlık yaratan tutumlardan birisi de şu: başörtülü çalışanı “evin kızı” olarak görme ve meslek sâhibi olmanın getirdiği saygınlığı, hak edilen saygıyı görememek. Bu da meslekî statünün kabul edilmemesinin bir göstergesi olarak abla, bacı gibi hitapların kullanılmasında tezâhür edebiliyor. Başı örtülü olmayan birinin meselâ mühendisliği öne çıkarken, ayni işyerinde çalışan başörtülü bir mühendisin “mahallenin kızı” statüsü öne çıkabiliyor. Zâten işe alınmalarını bile bir lütuf olarak görmeleri gereken kadınlar için her türlü koşula boyun eğmek kaçınılmaz hâle geliyor. İşi ürettiği halde sunumunda görünür olmama, az ücret, uzun çalışma saatleri gibi. “Sen kadınsın evinde otur.” Söylemi “Sen başörtülüsün daha düşük ücretle çalış”a dönüşmüş araştırmanın sonuçlarına göre. Kadınlar ayni yetkinlikteki bir erkeğe ya da başı açık bir kadına teklif edilemeyecek ücretlerin kendilerine teklif edilmelerinden yakınıyorlar. Yasak işveren açısından böylelikle bir fırsata dönüşüyor.’ Prof.Cindoğlu’na göre; ‘Başörtülü kadınların caydırılmaları, başı başörtülü olmayan kadınların da kadın olarak iş hayâtında yaşadıkları ayrımcılıkla mücâdele yürütmelerinde eksik parçalar bırakacaktır.’ Görüşlerini sunuyor bizlere Cindoğlu. Haklı olduğu birçok husus var ve araştırması ne yazık ki toplumda mevcut bir gerçeğin yansıması…
Hayırla kalın efendim. Saygılar…
Bunu ben kendim bizzat İngilizce öğretmeni olarak çalışma hayâtım boyunca sıkıntısını hep çekmişimdir. Başörtülü çalışmam sanki uzaydan gelmişim gibi muamelelere mâruz kalmama sebep oldu. Öğretmenler odasında günlerce, aylarca kendini bilmez kişilerin hem nefretkar bakışlarıyla hem sözleriyle âdeta baskı altında tutuldum. Hatta öyle ki bir seferinde, müfettişlerin uzun süren saatler boyu sorgusundan sonra gece geç saatlere kadar evlerine gitmeyip beni bekleyen arkadaşlarıma hitâben; ‘Neden siz değil de ben? Neden ben? Bir metrelik bez parçasına nasıl takılınır? Meslekî açıdan yetersiz olsam neyse, neden ben? Neden ben?’ diye öyle bir ağlamıştım ki, saatlerce ağlamam kesilmedi. Meslekî açıdan çok başarılı bir öğretmen olduğum halde yıllarca başörtüsü yüzünden çok sıkıntılar çektim, cezâlar aldım. Âmirin uyarısına uymama, terfi ettirilmeme, maaş kesimi, okul değiştirme, il dışı sürgün daha neler neler. Devamlı her gittiğim okulda hesap verme durumunda kaldım. Her an o psikolojiyle dersler girerdim. Bu bir bayan için elbette çok yıpratıcı ve yorucu. Sizin mevcut performansınızı menfi etkiliyor. Mânevi yıkımı, ruhî çöküntüyü de berâberinde getiriyor. Kendi memleketimde üvey evlat muamelesi ciddi bir ayrımcılık. Başörtüsüyle çalışmak ateşten bir gömlekle çalışmak gibidir. Neyse kendimi anlatmaktan çok meseleye gelmek istiyorum ama bu arada benim hayâtımın İstanbul’da bir yazar arkadaşım tarafından kaleme alındığını da buradan duyurmak istiyorum. İnşaallah yaza veya yaz sonuna kitap olarak çıkacağını da sizlere söylemiş olayım. Hayırlısı.
‘Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık: Uzman Mesleklerde Başörtülü Kadınlar’ isimli çalışmaya sahasında başarılı birçok uzman katıldı. Bizzat yakînen tanıdığımız çok takdir ettiğimiz arkadaşlarımız da vardı bu çalışmada. Ama bizim en çok dikkatimizi çeken kendisinin başörtüsü olmadığı halde başörtülü hanımların meselelerine doğru yaklaşımlarla bakan Bilkent Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dilek Cindoğlu’nun görüşleri oldu. Sayın Cindoğlu; ‘Hayâtında hiç başörtüsü takmadığını ve başörtülü kadınlarla ayni inancı taşımadığını’ izah ederek konuşmasına başlamasına rağmen böyle bir çalışma yapması kadınların birbirlerinin problemlerine kayıtsız kalmadıklarını ve aralarında bir dayanışma olduğunun anlaşılması açısından önemli bir yaklaşımdı.
Önce şöyle bir özetle sözlerinin değerlendirmesini yapalım istiyoruz; diyor ki Cindoğlu; ‘Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağı sâdece başlarını örten kadınları değil bütün kadınların konumunu olumsuz bir şekilde etkiliyor; geleneksel, tutucu ve erkek egemen cinsiyet ideolojisini topluma dayatıyor. Yasağın yayılma etkisiyle başörtülü kadınların özel sektörde de iş bulmaları zorlaşıyor, kadınların hak talepleri dikkate alınmıyor.’
Prof. Cindoğlu, araştırmasını Ankara, İstanbul, Konya gibi büyük şehirlerde eğitimli ve başörtüsüyle çalışan hanımlarla yüz yüze görüşerek oluşturmuş çalışmasını. Öyle veya böyle bir şekilde üniversiteyi bitirmeyi başarmış, inançları gereği örttükleri başörtülerinden vaz geçmeden kamu kuruluşlarında çalışmak isteyen meslek sâhibi hanımefendilerin çalışma hayatlarında karşılaştıkları sorunlarla bugüne kadar kimse ilgilenmemiş, kimsenin dikkatini çekmemiş. (Örneğin benim yirmi senelik meslek hayâtımda karşılaştığım şeylerle en az üç roman yazabilirim.) Sayın Cindoğlu’nun araştırmasında şu önemli konular dillendiriliyor:
‘Araştırmam, başörtülü meslek sâhibi hanımların hemen hepsinin çalışmak istediğini ortaya koyuyor. İslâm’a göre kadının çalışmaması gerektiğini düşünerek ya da konuyu hafife alarak bugüne kadar bu meseleler hakkında fikir üretme gereği görmeyen, tartışmayan, kadınların koşullarını düzeltme üzerinde kafa yormayan İslâmî entelektüel çevreler rahatsızlık duyabilir. Çünkü araştırmaya katılan kadınlar çalışmanın sâdece para kazanmak olmadığını, kendilerini kamusal alanın bir parçası olarak görmenin önemini vurgulamış, faydalı ve üretken olmanın altını çizmişler. Kadınların Hz. Hatice örneğiyle temellendirdiklerini ve fıtratın kadının evde oturmasını gerektirdiğine inanmadıklarını belirtiyor. Tersine dindarlıklarından kaynaklanan bir sorumluluk bilinciyle mesleklerini icra etmeyi tercih ettiklerini, bunu aile içi sorumluluklarla dengelemeye çalıştıklarını söylemişler. Kadının toplumsal hayattan geri durmasını kabul edilemez olarak görüyorlar. Zâten veriler gösteriyor ki “çalışmıyor” kategorisindeki kadınların birçoğu aslında STK’larda, siyâsi partilerde, yardım kuruluşlarında bir şekilde çalışıyor, dışarıda da mesâi sarf ederek toplumun inkişâfı, dayanışması için enerjilerini zâten harcıyorlar.’
Araştırmada dikkate değer bir başka hususta şöyle izah ediliyor: ‘Mesleklerini icra etmek isteyen başörtülü kadınlara yapılan ayrımcılık daha iş başvurularında başlar. Ne kadar donanımlı ve yetkin olursa olsun başörtülü kadınlara kamu kurumları kapalı olmakla kalmaz, özel istihdam alanları da ses vermez bir duvar olur. Hiçbir şekilde kabul etmeyen, başvurulması mümkün bile olmayan laik ve ayrımcılıkta radikal olan özel sektör kuruluşları, içeride başörtüsünü çıkarmak ya da peruk takmak gibi koşullarla işe almayı kabul edenler ve bir de muhafazakar dindar olup da işe alan ve bu durumu az ücretle çalıştırarak istismar eden kurumlar. İşte önlerine çıkan üç yol. Bunun dışında kalan hakkaniyetli kurumlar tamâmen istisna kalıyor.
İşe girildiğinde ise en çok rahatsızlık yaratan tutumlardan birisi de şu: başörtülü çalışanı “evin kızı” olarak görme ve meslek sâhibi olmanın getirdiği saygınlığı, hak edilen saygıyı görememek. Bu da meslekî statünün kabul edilmemesinin bir göstergesi olarak abla, bacı gibi hitapların kullanılmasında tezâhür edebiliyor. Başı örtülü olmayan birinin meselâ mühendisliği öne çıkarken, ayni işyerinde çalışan başörtülü bir mühendisin “mahallenin kızı” statüsü öne çıkabiliyor. Zâten işe alınmalarını bile bir lütuf olarak görmeleri gereken kadınlar için her türlü koşula boyun eğmek kaçınılmaz hâle geliyor. İşi ürettiği halde sunumunda görünür olmama, az ücret, uzun çalışma saatleri gibi. “Sen kadınsın evinde otur.” Söylemi “Sen başörtülüsün daha düşük ücretle çalış”a dönüşmüş araştırmanın sonuçlarına göre. Kadınlar ayni yetkinlikteki bir erkeğe ya da başı açık bir kadına teklif edilemeyecek ücretlerin kendilerine teklif edilmelerinden yakınıyorlar. Yasak işveren açısından böylelikle bir fırsata dönüşüyor.’ Prof.Cindoğlu’na göre; ‘Başörtülü kadınların caydırılmaları, başı başörtülü olmayan kadınların da kadın olarak iş hayâtında yaşadıkları ayrımcılıkla mücâdele yürütmelerinde eksik parçalar bırakacaktır.’ Görüşlerini sunuyor bizlere Cindoğlu. Haklı olduğu birçok husus var ve araştırması ne yazık ki toplumda mevcut bir gerçeğin yansıması…
Hayırla kalın efendim. Saygılar…