O çok sevdiğim baharı bile bir an evvel ‘atlatmak’ istiyorum bu sene. Hakkında methiyeler düzdüğüm, hayranı ve aşığı olduğum bahar bile artık sevimsiz bir tekinsizlik hissi veriyor bana çünkü.
Malum konu…
Kim diyebilirdi benim baharın bir an önce çıkmasını, çıkıp da ötelere gitmesini isteyeceğimi? Ne oldum değil, ne olacağım demeliymiş demek ki, şu ters köşeye getiren şaşırtmacalarla dolu hayatta! Yaz gelmeli çünkü. Bir an önce, yaz mevsimi gelmeli!
Yeryüzünün tamamını esir almış olan salgın, hastalık ve ölüm korkusunun, ancak o zaman biteceğini söylüyorlar çünkü. Havalar iyice ısındığı zaman…
Aslına bakarsanız, psikolojimi o korku girdabına kaptırmamak için direnmiştim en başta. Başarılıydım da, bu direnişte. Sağ değil, sol beynimi kullanacak ve işi akıl ve mantık süzgecinden geçirecektim sadece. Neydi? Evimde oturacaktım ama dışarıya çıkmak, kaçınılmaz bir mecburiyet halini alırsa da maske, sabun ve kolonya… Onun dışında fazla ‘oralı’ olmayacak; aldırmayacaktım.
Lakin artık oralıyım. Şehri, ülkesi falan kalmadı bu korkunun çünkü. Hepimiz ‘oralı’ olduk artık. Virüslü bir dünyanın sakinleriyiz.
Sokaklarımız, caddelerimiz pek sakin şimdi, örneğin. Geçen gün, işte o mecburi dışarıya çıkma eylemlerinden birisini gerçekleştirmem gerekti de, haftalardan sonra… Durumu kendi gözlerimle gördüğüm an, işte mantığın değil de karamsarlığın, psikolojimi eline aldığı an yani, kendimi o korku diyarının renklerine bağlayan formayı kuşanmış bulundum üzerime artık. Hepimizin ‘oralı’ olmasının kaçınılmaz bir gerçek olduğunu idrak ediverdim, kötücül bir sezgiyle birlikte. Onu anlatacaktım zaten. Mecburi dışarıya çıkışımı…
Maskeyle dolaşan ender kişilerden birisiydim, normalde o her zaman kalabalık olan yere doğru giderken. Tabi zaten dışarıda gördüğüm kişi sayısı da eser düzeydeydi. Ama onların içinde de maske kullanma oranı düşüktü işte, diye yazacağım öğretici ve eleştirel bir yazı hiç değil bu, yalnız. Başka bir şeyi diyeceğim…
İçimden gizli bir dilek tutmuştum oraya doğru giderken: orayı yine öyle kalabalık ve cıvıl cıvıl görmek. “Dışarıyı kalabalık görmeyi istemek mi?!” “Sen cani misin, cahil mi, yoksa, art niyetli ya da bilinçsiz mi” diye sakın kınamayın beni şimdi. Sol beynin çoğunun devre dışı kalmış halini -halimi- anlatacağım diye baştan söylemiştim ya, canım! Halden anlasanız?
Hayatın her zamanki gibi ve kadar devam ediyor olmasını istedim dışarıda, o korkunun ve salgının ‘aslında’ o kadar da büyük ve güçlü olmadığına inanmak için. Polyannacılık, tabi… Giderken değil, dönerken vardı üzerimde, bahsettiğim o forma hem, unutmayın.
Kesik, donuk, renksiz fotoğraf karelerinden ibaretti, dışarıdaki görüntüler. Bir devam ve akış yoktu çünkü. Hayatın akışına set çekilmiş, en büyük mağazalar bile kepenk indirmişlerdi. O çok kalabalık olması beklenen yerde, toplasan 10 kişiyi zor seçebilmiştim. Tuttuğum gizli dilek, paldır küldür yere düşmüştü, anlayacağınız. 1950li yılların trafiği, o günün trafiğiyle kıyaslanırsa canavar kalırdı. Tabi, olması gereken oluyordu, haddi zatında. Sol beynim, “bilinçli milletmişiz demek ki” dedi. Sağdan sağdan ise, “ne kadar distopik bir senaryo hakim olmuş yeryüzü sahnesine böyle” diye sesler geldi. Uzun zamandır kulak tıkadığım buhran ve karamsarlık, beni ayağına kadar çağırdı ve üzerime işte o diyarın renklerine bağlandığım formayı geçirdi. Oralı olma merasimimi, gözyaşlarıyla kutladım tabi sonra. Eve döndüğümde, ‘maskeli balom’ da sona ermişti hem artık. Ağlayan bir palyaço fotoğrafı geçti gözlerimin önünden bir de, ellerimi ‘en az 25 saniye’ kuralına uyarak uzun uzadıya yıkarken. Sinirlerim haraptı!
Birkaç ay sürecek diyorlardı hep. Yani bahar bitmeli ve Yaz gelmeliydi demek ki. Şimdi izin verirseniz birkaç cümlemi de onun için ayırmak istiyorum bu arada. Bahar için.
Bahar… Bizim ne kadar aciz ve zavallı varlıklar olduğumuzu biliyorsun. Bak bu korku yüzünden, seni yaşamak yerine atlatmak isteyen birisine döndüm, ben bile. Özrümüz, cehaletimiz ve düşkünlüğümüz zaten ortada. Bunları alıp kabul et ve anla bizi sadece. Dahası, hak ver. Lakin senin tadını ve lezzetini, Yaz’ın içinde eriteceğimden, yani yok etmemeye çalışacağımdan emin olabilirsin. Bu sene böyle oldu. Seneye seni küs değil de özlemi artmış bir halde görmek ümidiyle…
Bu dileğimi de şimdi o kadar yükseklere bir yerlere iletiyorum ki, düşmek yerine tutunsun