Gündemde barış süreci var. Bazı televizyon kanalları bu konuda açık oturum düzenlemektedir. Katılımcıların bir kısmı barış sürecinden ümitli, bir kısmı ümitsiz, bir kısmı ise barış sürecine karşıdır.
Biz de barış sürecinden ümitliyiz. Çünkü barış sürecini başlatan siyasi irade gücünü tarihten almaktadır. Bu sebeple ümitsizliğe kapılmanın bir anlamı yoktur. Bin küsur yıl Türk’ü, Kürdü, Arap’ı ve diğer etnik guruplar bu topraklarda kardeşçe bir arada yaşamışlar ve düşmana karşı omuz omuza savaşmışlar. Mesela Selahaddin-i Eyyubi Kudüs’ten ehli salibi çıkartmıştır. Çanakkale Savaşı’nda söz konusu kavimler ve etnik guruplar düşmana karşı omuz omuza savaşmışlardır. İstiklal harbinde de aynı şekilde düşmana karşı savaşmışlardır.
Barış sürecini akamete uğratmak için malum statüko sürekli çalışmaktadır. Gezi eylemleri, 17 Aralık, 25 Aralık darbe teşebbüsleri, İstanbul ve diğer vilayetlerde terörün artması, Lice olayları, Doğu’da yolları kapatmak, kale kol yapımına engel olmak bunun birer delilidir. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça buna benzer senaryolar artacaktır.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Muhalefet barış sürecine karşı bir statükocu aramaktadır. Çatı formülü bunun için ortaya atılmıştır. Bu sebeple hükümet sözcüleri muhalefete prim verecek söylem ve eylemlerden kaçınmalıdır.
Barış sürecinin önünde üç engel vardır: Biri beynelmilel güç, diğeri resmi ideoloji öbürü az gelişmişliktir. Bu engelleri aşabilmek için bir yol haritası çizilmeli. Mesela yeni bir anayasa hazırlanmalı ve bu anayasada laikliğe yer verilmemeli, maddi ve manevi alanda ilerlemek için bir proje hazırlanmalı, bu projede faize yer verilmemeli, çünkü faizde alın teri, el emeği ve göz nuru yoktur. Beynelmilel gücün Ortadoğu’dan ve Afrika’dan çıkartılması için bir proje hazırlanmalı. Sömürü devam ettiği müddetçe azgelişmişlikten kurtulmamız mümkün değildir.
Barış süreci, Türkiye ile sınırlı değil, Irak’ı, Suriye’yi, Mısır’ı ve bütün Ortadoğu’yu kapsamaktadır. Bu sebeple barış sürecinin akamete uğraması demek, Ortadoğu’nun hâlihazırdaki durumunun devam etmesi demektir ki bu durum beynelmilel gücün ve resmi ideolojinin arzusudur. Resmi ideolojinin statükocu birinin Cumhurbaşkanı seçilmesi için kollarını sıvamasının sebebi budur.
Bu durumda PKK, barış sürecinin başarıya ulaşabilmesi için barış sürecini başlatan siyasi idareye yardımcı olması gerekir. Aksi halde beynelmilel gücün ve resmi ideolojinin maşası olduğunu bir daha tescil etmiş olacaktır. Çünkü PKK’yı teşkilatlandıranın ve serpilip büyümesini gerçekleştirenin resmi ideoloji olduğunu zaman zaman basın yazmıştır. Sebebi ise Kürtlerin dindarlaşmasını engellemektir. Biliyorsunuz PKK materyalist bir felsefeye sahiptir. Doğu halkıyla PKK’nın ters düşmesinin sebebi budur.
PKK’nın, bu coğrafyada bağımsız bir devlet kurmanın, özerlik istemenin hem kendisi için ve hem de Ortadoğu’nun yararına olmadığını artık anlamalı. Osmanlı devleti topraklarında irili ufaklı kurulan devletlerin hangisinde huzur vardır? Hangisi az gelişmişlikten kurtulabilmiştir? Hangisi beynelmilel gücün sömürüsünden kurtulmuştur? Hangisi mazlum Afrika’nın sömürülmesine engel olabilmiştir?
Sonuç olarak diyoruz ki, PKK, beynelmilel gücün ve resmi ideolojinin sözüne bakıp da barış sürecine engel olursa Hassan bin Sabbah’ın kurduğu Batınî mezhebi gibi tarihte Ortadoğu’nun yüz karası olarak anılacaktır. Hoşça kalın.