Bilindiği üzere İslam ‘silm’ kökünden gelme ‘barış’ anlamındadır. İslâm’ın dünyâya neş’et etmesi kâinâta barışın hâkim olması içindir. Barış dîninin peygamberi de pek tabî ki ‘Barış Peygamberi’dir. Son Nebî Rasûli Ekrem Efendimizin hayâtı baştan sona incelendiğinde O’nun insanların bizzat kendileri ve toplum huzûru için ne çok takdir edilesi gayretleri olduğunu görecektir.
Elbette ki en güzel hayat barış ve huzur içinde yaşanan hayattır. Kur’ân’ı Kerim’de: “Barış, dâima hayırdır.” (Nisa, 128) buyrulur. Kişisel bazda barış konusunu incelersek hep deriz insan önce kendisiyle barışık olmalı. Nefsinin tükenmez arzularını dizginleyebilen, nefsiyle olan mücâdelesinde başarılı olan kişi insanlarla olan iletişiminde de başarılıdır. Âile ve toplum ilişkilerindeki huzur ve selâmet için de barış esastır. İslâm’ın sunduğu kâinât barışı huzûru temin eden yegâne kıstastır. Neticede bunların sağlanmasıyla ebedi bir huzur yâni ahret saadeti temin edilir.
Şaban ayının sâhibi sevgi ve rahmet peygamberi aleyhissalâtu vesselam, insanların barışı sağlamada basamak basamak önce kendi içi huzûrunu sonra âile huzûrunu daha sonra da diğer insanlar arası huzûru yâni toplumsal barışı temin etmedeki gayretleri adına insanlara hem nasihat eder hem dua ederlerdi. ‘Allâh’ım kalplerimiz arasında sıcaklık meydana getir. Aramızda barışı Sen temin eyle.’ (Ebû Dâvud, Salat 178) Sevgi ve barış Peygamberi aleyhissalâtu vesselam âile içi ve toplumsal barışı temin edici, arabulucu, birleştirici, huzûra dâvet edici, barışı oluşturucu pek çok yapıcı uygulamaları olmuştur. O’nun pratik yaşantısında etrâfını ayrıştırmayan, dağıtıcı ve bölücü olmayan rahmet ve merhamet eksenli davranış ve nasihatlerinin kişilerde ve toplumda hep olumlu yansımaları görülmüştür. Bunlar toplumu pozitif yapılandırma adına güzel birikimlerdir.
Peygamberi Zişân Efendimizin âile içi huzur, mutluluk, barış ve sukûnetini sağlayıcı uygulamalarının yanı sıra toplum barışını temin etmek adına yaptığı güzel muameleler de takdire şayândır. Medine’de senelerce Yahudilerle birlikte barış içinde yaşayan Müslümanlar şehir içi bu huzur ve barışı Peygamberimizin koyduğu hükümlerle temin etmiştir. Medine’de yaşayan diğer teb’aların katılımıyla onların görev ve sorumluluklarının belirtildiği ‘Medine Sözleşmesi’ imzalanmıştır. Tebük Seferinden sonra Necranlı Hıristiyanlarla görüşmeler sonucu barış anlaşmaları yapılmıştır. İslam târihindeki bilgilerden anlaşılıyor ki, Barış Peygamberi Hz. Muhammed aleyhisselam Yahudi ve Hıristiyanların dinlerini yaşama konusunda bir engelleme, baskı, asimilasyon, sindirme gibi davranışlara asla girmemiştir. O dâima barış ve huzur içinde yaşanması fikrinde olmuş en zor zamanlarda düşmana dahi iyilik ve ihsanlarda bulunmuştur.
Peygamberimiz aleyhisselam daha genç yaşlardayken yüreğindeki barış ve huzur hassâsiyeti sebebiyle adâlet ve barışı temin etmek için kurulan ‘Hılfu’l-Fudûl’ isimli gönüllü teşkilata katılmıştır. Dolayısıyla Nebiyyi Zişan Efendimiz aleyhissalâtu vesselam toplumsal huzur ve güvenliğin sağlanması adına her türlü gayreti desteklemiştir. Allah Rasûlu aleyhisselam Medine’de âdeta bir barış devleti inşa etti ve orada herkesi kucaklayıcı, ayrımcılığa itibar etmeyen, faziletli davranışların hâkim olduğu bir davranış modeli sergiledi. İlk olarak Ensar ile Muhaciri kaynaştırarak bir barış kardeşliği projesi başlattı. Medine huzur ve sükûn şehri oldu.
Rasûllullah aleyhissalâtu vesselâm’ın 60 küsur senelik hayâtı boyunca hep barıştan yana olmuş, mecbur kalmadıkça savaşa girmemiştir. O devirdeki Müslümanların bütün savaşları hep savunma amaçlı olmuştur. Bedir, Uhud, Hendek savaşları hep böyledir. Sâdece Mekke’nin fethi taarruz amaçlıdır o da Mekke’ye huzur, barış ve esenlik dînîni getirmek içindir. Bu fetih sırasında Hz. Peygamber aleyhisselam Mekke’yi fetheden mağrur bir komutan edâsıyla değil Mekkelilere gâyet hoşgörüyle, müsamahayla muamele etmiştir.“Ey Kureyş topluluğu! Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz? Onlar, ‘Sâdece hayır bekliyoruz çünkü sen iyi bir kardeşsin ve iyi bir kardeş çocuğusun’ dediler. Allah Rasûlü; ‘Gidiniz, hepiniz serbestsiniz’ buyurdu. (Sîretu İbn-i Hişam, 4/41.) Peygamber aleyhisselam Mekke’nin fethiyle aslında Mekkelilerin gönlünün fethedilmesi arzusundaydı ve nitekim en azılı düşmanlar dahi O’nun barışsever, mülâyim davranışları karşısında Müslüman oldu. “Allâh’ın yardım ve zaferi geldiği ve insanların akın akın Allâh’ın dînine girdiklerini gördüğün zaman Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile çünkü O tövbeleri çok kabul edendir” (Nasr, 1–3.) Tam da bu âyetler tecelli etti.
“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin.”44 “Sulh(barış) daha hayırlıdır.”45 “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”46 “Eğer onlar barışa yönelirlerse sen de yönel ve Allah’a güven”47 (Enfal- 8/61)
. 44 Bakara, 2/208. 45 Nisâ, 4/128. 46 Bakara, 2/193.
“Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi? Evet, (Ey Allah’ın Resulü, söyleyin!) dediler. İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki fesat bozukluk dini kökünden kazır. 511 Tirmizî, Sünen, “Edep 58”, Çağrı Yay. İstanbul 1992; Ebû Davud, Sünen, “Edep 50”, Çağrı Yay. İstanbul 1992.
Şunu da belirtmiş olalım, o devirde yapılan savaşlar dünya târihinde en az kan dökülen savaşlarıdır. Mesela icra edilen savaşların hepsinde toplam 251 kişi ölmüştür. Bunlardan 112 si müşriktir Müslüman şehidlerimizin sayısı ise 139 dur. Bir de bugüne baktığımızda savaşların dahi bir katliama dönüştüğünü görüyoruz. Şaban ayının sâhibi aslında bütün bir insanlığın ıslâhı için gönderilmiş bir barış elçisidir. O’nun yaşantısı ve hadisleriyle insanlığa verdiği ‘barış mesajları’ bugünkü insanlığın geleceğini aydınlatan bir medeniyet projesidir. O’nun insanlığa takdim ettiği medeniyet projesinde; insana büyük değer verilmiş, ona fikir hürriyeti tanınmıştır. O aleyhisalâtu vesselam geniş ufkuyla insanlığı kölelikten, her türlü zâlimlikten, hak ihlallerinden kurtarmış, ona insânî vakar ile barış ve huzur içinde yaşama modeli sunmuştur vesselam. Şefaat niyâzıyla…
Hayırla kalınız, Cumânız mübârek olsun.