Balkar Şiiri Antolojisi

Fethullah Hallaç

Geçtiğimiz günlerde üniversite kütüphanesinde okuma kitapları ile meşgul olurken Kanşaubiy Miziev tarafından derlenen Balkar Şiiri Antolojisi adlı bir kitap gözüme ilişti. İncelemek için aldığım bu hacmen ufak ama içeriği ile ağır kitabı bir solukta bitirdim. Türk Dünyası’nın her bir köşesinde her anlamda birbirinden değerli cevherlerin bulunduğuna bir kez daha şahitlik ettim.

Daha sonrasında da fark ettim ki Balkarlar ve edebiyatı hakkında Türkiye Türkçesi ile internet ortamında yer alan bilgiler oldukça sınırlı. Hatta kitapta yer alan çoğu yazarın kim olduklarına dair Türkçe hiçbir içerik yok. O nedenle bu yazıda kitaptan alıntılar da yaparak hem o yazarları hem de şiirlerini tanıtmaya çalışmaya karar verdim.

Öncelikle Balkarlardan bahsedelim. Balkarlar, Kuzey Kafkasya bölgesinde Elbruz dağının eteklerinde Rusya Federasyonu’na bağlı, başkenti Nalçik olan Kabardin-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan ve nüfuslarının 100 binden (2001) fazla olduğu tahmin edilen bir Türk boyu. Dilleri Türkologların görüşlerine göre Türk dillerinin Kıpçak grubuna giren Karaçay-Balkar dili. Balkarlar ve kendilerine en yakın halk olan Elbruz dağının diğer tarafında yaşayan Karaçaylar kendilerine ‘taulu’ yani ‘dağlı’ diyorlar. Edebiyatta ise Balkarlar, ‘Malkarlar’ diye geçiyor.

Balkar yazılı edebiyatının kurucusu halk ozanı Kazim Meçiev olarak kabul edilmiş. Arap harflerinden bir Karaçay-Balkar alfabesi icat etmiş ve ilk şiirlerini 1889’da yazmış. Bu ilk kuşak olarak kabul edilebilir. İkinci kuşak Balkar Sovyet şairlerin kuşağı. 1920’den itibaren eserler kaleme alan bu kuşak aynı zamanda ikinci dünya savaşında Nazilere karşı savaşmış ve bu savaştan da eserler çıkarmış. Örneğin Kaysın Kuliev, ‘’savaşta atılan her mermi annenin kalbinden geçer.’’ gibi mısraları bu dönemde kaleme almış.

Savaştan sonra da acı dolu şiirler kaleme alınmaya başlanmış. Aslında bunlar da Sovyet dönemi olarak kabul edilebilir ama kanaatimce üçüncü bir kuşak demek ve sürgün kuşağı olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Çünkü eserlerin pek çoğu ana vatan hasreti içermekte ve sürgün yıllarında yaşadıkları coğrafyada kaleme alınmakta. 1944 sonrasında kızıl rejim tarafından neredeyse tüm Kafkas halklarını etkileyen büyük sürgünle birlikte Balkar edebiyatı da Sibirya ve Orta Asya’ya sürgün edilmiş. Kabardin-Balkar Cumhuriyeti’nin adından Balkar sözcüğü çıkarılmış ve şairlerin sesi kesilmiş. Balkar dili yasaklanmış ve yazı dili yok olmuş. Bu dönemde Balkar şairlerin pek çoğu şiirlerini gizleyerek yazmak zorunda kalmışlar.

Dördüncü kuşak diyebileceğimiz en verimli dönem 1957 yılından sonra Balkarların Kafkasya’ya geri dönmesiyle başlamış. Kabardin-Balkar Cumhuriyeti yeniden kurulmuş ve Balkarca şiir kitapları Nalçik’te basılmaya başlamış. Pek çok şair de SSCB yönetimi tarafından ödüllere layık görülmüş.

Okuduğum kitapta neredeyse tüm Balkar şairleri ve şiirleri yer alıyordu. Balkar dili Türkiye Türkçesine yakın olduğu için tercümeyi yapan üstatlar bunu dil içi çeviri olarak nitelemişler. Ben de bu yazıda tercüme edilmiş birkaç şiire ve şairine yer vermek istiyorum.

Öncelikle ünlü şair Kaysın Kuliev ile başlayalım. Kuliyev 1917 yılında Kafkas Dağlarının eteklerinde, Oğarı Çegem köyünde dünyaya gelmiş. İlk şiirlerini 1934’te yayımlamaya başlayan Kuliyev 1935 yılından itibaren Moskova’da Edebiyat Enstitüsü’nde okumuş ve 1940’ta Nalçik’te edebiyat dersleri vermeye başlamış. 2. Dünya Savaşı başlayınca Sovyet ordusuna katılarak paraşütçü olmuş. Savaş sonrası sürgüne gönderilmiş ve 1957’de anayurduna dönebilmiş. Ve 1985 yılında doğduğu köyde hayata veda etmiş. Kuliyev’in şiirleri dünya genelinde 120 dile çevrilmiş. Ayrıca Balkarca 18, Rusça 55 ve diğer dillerde 38 kitabı yayınlanmış. Türkiye Türkçesiyle de ‘Yaralı Taş’ adlı kitabı 1997 yılında Ankara’da yayınlanmış.

Kuliyev’in şiirlerinden alıntı yapacak olursak, ‘Çınarlar Yine Acıyla Hışırdıyor’ şiiri benim dikkatimi çeken bir şiir oldu. Birkaç kıtasını paylaşacak olursak:

Çınarlar yine acıyla hışırdıyor

Yine onursuz bir savaş var bir yerde

Kardeş kardeşe nişan alıyor

Ve ölüm mazlumu buluyor yine

Yine bir yerlerde köyler yakılmış

Ağlıyor kurban ve cellat gülmede

Oysa çok olmadı göreli o düşü

Artık kan akmayacaktı hiçbir yerde

Varsın tek bir kaya üstünde gürlesin gök

Düzgün kalamaz hiçbir kaya

Kederlenir her ağaç

Kesilen kendi olmasa da

***

Bir başka hissiyatlı şiirler kaleme alan şairse İssa Botaşev. 1925 yılında Köndelen’de doğmuş. İlk şiirlerini sürgün yıllarında Bişkek’te kaleme almış. Gurbeti ‘Anayurduma’ adlı şiiriyle şu şekilde anlatmış:

Kader beni nereye götürürse götürsün

Kalamam hiçbir yerde, dönerim sana.

Yollarımı karlar buzlar kapatsa da

Söylerim hep seni nasıl sevdiğimi.

Yansa da bastığım her ayak izi

Yeter ki çağır, sürüklenip gelirim.

Kara bela yüz bin kapan koysa da

Sarp kaya karşıma dikilse de geçerim.

Dönecek yolum dikenli olursa

Kanımı akıtarak geçerim.

Yollarımı sel suları basarsa

Ben göğsümü köprü yaparım.

Kader yola kızgın demir döşerse

Üzerinden yalın ayak geçerim.

Kader bana pranga vurursa

Onları kırar da gene yetişirim.

***

Ve şiirlerini okurken beni derin düşüncelere daldıran, zihin dünyası bambaşka bir şair Tanzila Zumakulova. İlk Balkar kadın şairi olan Zumakulova 1934 yılında Tırnıauz şehrinde doğmuş. İlk şiirleri 1957’de basılmış. O da halkıyla birlikte sürgüne gönderilenlerden. İlk kitabı 1959 yılında ‘Kayada Açan Çiçekler’ adıyla Nalçik’te yayınlanmış. Daha sonra yayınlanan şiirlerinden pek çoğu yabancı dillere çevrilmiş. Zumakulova ayrıca Rusya Federasyonu Maksim Gorki Devlet Ödülü’nü kazanan ilk kadın şairlerdenmiş. Oldukça etkileyici şiirlerinden biri olan ‘Şairin Sözü’ şiirini nazarlarınıza sunuyorum:

Yaz yağmurunun toprağı sevdirmesi için,

Damlaların yutulup yok olması gerek!

Karnı aç çocuğun doyması için,

Patatesin kaynayıp pişmesi gerek!

Evi, ocağı hiç ısıtamaz,

Baltayla kesilip yıkılan ağaç,

Evi, ocağı ısıtması için,

Kömüre dönüşmesi gerek!

Ekmeği yiyen şükretmeden,

Onun pişmesi, soğuması gerek.

Buğday başağının açı doyurması için,

Başağının tırpana boyun eğmesi gerek!

Başkasının gözyaşını kurutmak için,

Gözyaşı olup kurumak gerek.

Başkasının yüreğini ısıtmak için,

Şairin yanıt tutuşması gerek.

***

Yine Zumakulova’nın bir başka şiiri olan ‘’Hayyam’la Söyleşi’’ de oldukça etkileyici:

Bulduğumu oburca yemektense

Kıvranır da aç kalmayı seçerim,

Ağzıma geleni söylemektense

Susarım, taş kesilir geçerim.

Yalnızlıkta resmolur asıl namus

Ruh alçalır zoraki birliktelikte.

Çok daha iyidir yaşamak övgüsüz

Övgü almak için ödünç vermektense.

Rüzgara göğüs gerdim ısrarla

Estiği yöne savrulmadım asla.

Dolu yağarken altında dikildim

Girmedim şemsiyeli kola rahat için.

Her güzele tutulmadan yaşamayı da bildim:

Hayyam, ne büyüktür senin yalın şiirin.

Övgüyle söz ediyorum, ama bu hakkın

Bu ne ilk, ne son övgü gerçi aldığın,

İkimiz aynı tutkuyla sevdik hayatı

Hayyam, seninle peki niye tartışalım?

***

Aslında daha pek çok şiirden alıntı yapabilirim ama yazıyı da çok uzattım farkındayım. Bu şiirlerin sitili ve içeriğinin analizini de edebiyatçılarımıza bırakıyorum. İlgilenenler adını verdiğim kitapta daha fazlasına ulaşabilirler. Sonraki yazıda tekrar görüşünceye dek esenlikler diliyorum...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.