Artık herkesçe malum olan bir salgın ve korku, yeryüzünün istisnasız her bir köşesini esir almışken bu konunun dışına çıkabilir miyim ben şimdi? Haber bültenlerinde bile, sevgili virüsümüzün dışındaki başka bir konuya neredeyse hiç yer verilmiyor.
Küçücük bir virüsün tüm dünyayı esir alması, zamanının haşmetlisi Nemrut’u, burnundan içeriye giren minicik bir sineğin yerle yeksan edivermesi, ah acizliğimiz, vah zavallılığımız falan derken… Bir cümle gelip takılıveriyor aklımın dikenli tellerinden birisine: hayat eve sığar!
Fiziki beden ve onun gerçekleştirebileceği sınırlı eylemler bakımından, hayat elbette ki eve sığar. Sığıyor da. Market alışverişleri bile sorun değil, içinde bulunduğumuz bilgi ve bilişim çağının online sipariş gibi bir hediyesi ve lüksü varken elimizde. Ne ki? Beşer dediğin hayvandan zaten farksız. Sosyal hayvan, o kadar. Sığmayacak ne var? Dışarıda salgın var işte. Otur oturduğun yerde. Ye, iç, tuvalete git. Hepsi bu kadar!
İhtiyaçlar piramidinin daha üst basamaklarına bile çıkılabiliyor hem artık, evdeyken. Sanal müze gezileri bile mümkün, işte o bahsettiğim çağ getirilerinden birisi olarak. Olmadı bir whatsapp grubu kurup arkadaşlarınla sohbet et, canım. Neyin eksik? Yani hayatın eve sığmasının aksi düşünülemez dahi, sanal olan gerçek olana bu kadar yaklaşmışken. Hatta boynuz kulağı geçmişken, bazen.
Lakin değil sanal, bildiğimiz gerçekliğin içine bile sığmayan bir şey var: Ruh. İşte o ne bedene, ne de eve sığabiliyor. Hele ki, ölüp de bağlantısını bedenle henüz kesmemiş olan ruh, bedene bu denli bağlıyken… Çevre faktörleriyle bağı bulunan ruh da sanki biraz hapis ve eli kolu bağlı kalıyor, bu #evdekal’maktan dolayı. İsmine belki ‘psikoloji’ demeliydim bunun aslında. Ondan da emin değilim. Gizli özneler, kaygan kavramlar, girift manalar… Ama dediğim şu ki, bu el kol bağlılığının getirdiği mahpusluk durumu, sizi bilmem ama benim canımı epey bir sıkıyor. Ruhumu daraltıyor! Psikolojimi bozguna uğratıyor, kullandığı orantısız güç yüzünden!
Hoş, olması gereken oluyor. Daha önce de yazmıştım. Sağ değil sol beyinle algılanıp yönetilmesi gereken bir zaman diliminin tatsız tuzsuz lokmalarını yemekteyiz şimdi hepimiz. Canıma değen de bu kekremsi tat oluyor zaten. Durdurun dünyayı, inecek var!
Her sabah, kaç kişi ‘inmiş’ diye bakıyorum haberlere ilkin. Geceye doğru açıklanan haber, benim 15. Rüyama denk geliyor çünkü, erkenden uyuduğum için. Lakin sabahlara dayanamıyorum, Osman Ağa!
Şu güzelim bahar, sığmıyor eve.
Beden ruha dar geliyor. Beşerin hayatı eve sığıyor evet ama, insanın ruhu bu salgın ve onun korkusundan sıkışıp kalıyor. Hülasa bir sığmazlık, yetmezlik, yetersizlik, eksiklik ve darlık var.
“Hayat evden taşar” diyeceğim geliyor da, siz yine de EVDE KALIN.