Babamı “Kara bıyıklı Hamzam” diye severmiş dedem rahmetli Abditolulu Ahmet…
Çocukluğumuzda gerçekten gür, kapkara bıyıkları vardı…
Sık simsiyah saçları, bembeyaz teni, ela gözleri… Yakışıklıydı.
Amcasının da çocuğu olmadığı için iki evin körpesi olmanın şımarıklığı ile büyümüş her istediği yerine getirilmiş, öyle ki Karabaş olan soy isimleri arkadaşları kızdırdığı için Başcı olarak değişmiş, görgülü bilgili bir adamdı babam…
Ayhan Işık’a benzeyen bıyıklı fotoğrafını gördüğümde ne kadar bakımlıydı.
Önce Kızılay Sokağı’nda daha sonra Anıt’taki yorgancı dükkanında bizler için çalıştı çabaladı. İğneyle kuyu kazdı yıllarca… Yorgancılıkla olmadı, Konsantaş Döküm Fabrikası ve Karipek Buzdolabı Fabrikası’nda hayat mücadelesi verdi.
Hayatı boyunca hiç kimseyi kırmamıştır. Çocukla çocuk olur, büyükle büyük. Mesleğinden mi yoksa doğuştan kabiliyet mi çok güzel resim yapardı. Çocukların sevgilisi idi. Sülalede resim ödevi olan bütün çocuklar ona koşardı.
Kahvehane kültürü vardı. Futbolu çok sever, her futbol maçını seyretmekten zevk alır ve spor yorumcularını kıskandıracak tespitlerde bulunurdu.
Kız kardeşimi yeni evlendirmiştik, dünürler akşam yemeğine davet edilmişti. Fanatik Konya İdman Yurtlu ve Galatasaraylı idi. O günde Galatasaray-Nöşetel Xamax maçı vardı. Galatasaray’ın attığı 5 golden sonra babamı havada gördüm. Dünürümüz rahmetli İrfan Amca’nın şaşkın bakışlarını hiçbir zaman unutamam.
İşleri Konya’da bir türlü iyi gitmedi. Çok sevdiği ağzından hiçbir zaman düşürmediği yedi tepeli İstanbul’una 1993’lü yılların başında kavuştu. “Oğlum bu Konya sanatkarın değerini bilmez” derdi. Gerçekten de öyle. İstanbul’da Konyalı Hamza Usta diye el üstünde tutuyorlardı.
İşleri düzene girmişti. Ancak nefes darlığı vardı. İstanbul’da kalmasını istemedik. Ardından Konya’ya geldiler. Bizleri evlendirdi, torunlarını gördü. Sonra yıllar geçti ‘Kara bıyıklı Hamzam’ın saçı sakalı bembeyaz oldu. Allah bizden fazla seviyormuş ki emanetini 10 Mart 2003’te aldı. Yaşı da çok değil 57 idi. Allah’ım yattığı yeri nur, mekanını cennet eylesin inşallah.
Türbe Önü’nde evi Meram’da bağı olana yirli Gonyalı dillerdi. Tam Türbe Önü olmasa da yakın bir yerde dünyaya geldik. Şimdi ki adı Mengüç sokak. O zamanlar Yunusoğlu Mahallesi idi. Mimarlık Fakültesi ve Cıvıloğlu Camii ile Akçeşme İlkokulu’nun tam ortasında.
2 katlı şanişirinli, tahta gıcırtıları ile üst kata çıkılan sevgi dolu bir evdi. Konya’nın tek kantarının olduğu sokağımızın bulunduğu yere kadar kavun traktörlerinin güzel kokular yayarak sıra sıra dizildiği çocukluğumuzun mekanı.
Sakyatanlı Mehmet Açıkgöz ‘biraz kilolu olduğu için Tosunağa’nın, Çırıklarlı Tapucu Yaşarağa’nın, Erzurumlu Kasap Halil Parmaksız amcanın, Terzi Silleli Ahmet Şenyıl amcanın, sokağın tam köşesinde Bedesten içerisinde seyyar çalışan Kör Yahya amcanın bulunduğu Arnavut taşlı çıkmaz sokak. Ne güzel günlerdi. Herkes birbiriyle akraba gibi. Okuldan geldiğinde annen evde olmuş olmamış önemli değildi. Karnın aç ise gir komşunun birine karnını doyursun. Komşuluk o yıllarda daha bir güzeldi.
Sokakta arkadaşlarla oynarken simsiyah kanatlı şavrole ile görkemli bir şekilde geçen İhsan Atasagun, 1970’li yılların namlı kabadayısı ‘Teccal İhsan Amca’ çocukluğumuzun ulaşılmazı idi. Arka camı açarak bir avuç dolusu parayı savurduğunda yerlerde yuvarlanışımız şu an gözlerimin önünde. Develik de gazoz kapağının içini portakal kabuğu ve çamurlarla doldurup arkadaşlarla oynadığımız oyunların verdiği zevki şimdiki çocukların anlaması mümkün değil.
Bakkal Mustafa Efendi ‘İnneci Bakkal’ yaşı epey ilerlediği için buzdolabından bir şey alınacak mı bizlere “alıverin” derdi. Gazoz şişelerini dolaptan aldığımızda İnneci Bakkal görmeden seri ve hızlı bir şekilde sallayarak kendisine verir, açmasını isterdik. Gazozu açtığı anda hem kendi üzeri, hem de dükkanda bulunan birçok ürün ıslanırdı. Helalleşelim desek çoktan dünyadan göçüp gitti. Allah affetsin inşallah…
Şimdiki çocuklar doyumsuz. Hiçbir şeyden memnun kalmıyorlar. Her istedikleri yerine getirilmesine rağmen mutsuz ve doyumsuzlar. Bizim çocukluğumuzda sokaktan bulup çeşmelerde yıkadıktan sonra evimizin köşesinde bulunan şekerciden çubuğa sardırdığımız macunun tadını unutmak mümkün mü. Ya yağmur yağarken evlerden topladığımız bulgur, yağ, salça ile birimizin annesinin yaptığı bulgur pilavının tadını nereden bulacağız?
Billalı ile birbirinden güzel yaptığımız araçlar. Alaaddin Tepesi’ndeki yokuştan aşağı saldın mı uçacak sanırdık kendimizi. Düştüğümüzde ise yırtılan pantolonun akşam hesabının nasıl verileceği korkusu sarardı içimizi. El yüz, üst baş toz toprak içerisinde eve girildiğinde annelerimizin kızgın ancak sevgi dolu bağrış çığırışları sarardı sokağı.
Akşam ezanına yakın babalarımızın gelişini dört gözle sokak başında beklerdik. Babamız geldi mi dünyalar bizim olurdu. Yaş kaç olursa olsun. Baban öldüğü zaman büyüyorsun. Şimdi bana sormayın neyin eksik diye. Babam derim elinizden bir şey gelmez…