Bugünkü yazımızda ‘az yeme’ husûsuna biraz devam edip diğer konuya geçeceğiz efendim müsâdenizle. Bu hususta Kâinâtın Önderi Peygamber akeyhissalâu vesselâm’ın nasıl yediğine bakmakta yarar var: Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre; Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın sofrası çok sâde ve mütevâzi idi. O aleyhisselam, yemek yemekle zevklenmez sâdece hayâtını devam ettirecek kadar yerdi. Az yemeyi tercih eder, acıkmadan yemez, sofradan doymadan kalkardı. Halbuki bizde; ‘Doyana kadar ye’ diye bir usulsüzlük ve yakışıksızlık var. Efendimiz aleyhisselam; ‘İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Aslında, insanın hayâtını devam ettirecek kadar birkaç lokmayı yemesi kâfidir. Bunu yapamıyorsa, hiç olmazsa, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini suya ayırsın, üçte birini de nefes almasına imkân verecek şekilde ayarlasın.’ (Tirmizî, Zühd, 47; İbn Mâce, Etime, 50) buyurmaktalar.
Kıymetli okurlar şurası bir gerçek ki, mânevî hayâtımızın sağlığı için de, az yemek şarttır. Az yiyen sıhhat bulur, hastalığı az olur, mânen ve bedenen dinç olur. Az yiyenin kalbi ve zihni uyanıktır. Az yemek rahmettir, vücûda ve hayâta berekettir. Bu hal, Cenâbı Hakk’ın kuluna bir lütfüdür. Az yemek, kişiyi hikmete yöneltir âdeta rûha kanat açtırır. Bugün Müslümanların ibâdet ilminden önce yeme-içme ilmini öğrenmeleri şarttır. Zira sağlıklı ve zinde bir beden ile daha çok ibâdet yapılır, daha çok Hak ve hayır yollarında koşulur. Tokluk rûhâniyeti öldürür, yok eder.
Az yemek nefsânî arzuları kırar. Denir ki; ‘Çok yiyen çok uyur, çok uyuyan çok konuşur, çok konuşan nimetten mahrum kalır.’ Bilinsin ki; az yemek, az uymak, az konuşmak sâlihlerin âdetidir. Bunun tersi gaflete düşmektir. Gaflet ise, Müslüman için bir ziyandır. Rasûlullah aleyhisselam ve O’nu tâkip eden Hak dostları, sabah ve ikindi sonrası olmak üzere iki öğün yerlerdi.
Bugün sağlık açısından gâyet zararlı olan çok çeşitli, bol kalorili, katkı maddeli gıdâlar mide ve barsak hastalıkları, çarpıntı, kalp-damar tıkanıklıklarına sebep olmaktadır. Yanı sıra fazla gıda alımından, gıdâların helal olmayışından, gafletle pişirilmesinden ve buna benzer pek çok sebepten ötürü insanlarda sinirlilik, depresyon, baş ağrıları, unutkanlık, tembellik, fazla uyku, zihin ve dikkat eksikliğine kadar varan birçok hastalık oluşmuştur. Halbuki bütün bu menfîlikler yerine, doktor kapılarını, spor merkezlerinin kapısını aşındırmamak adına, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın sünnetlerine uymak daha akıl kârı değil mi?
AZ KONUŞMAK :
Hayra ve şerre kullanmak noktasında, dilin ehemmiyeti büyüktür. Eğer dil, hayra kullanılırsa kişi için nimettir, nihâyeti dünya adına bir erdem, ahret adına cennete vesiledir. Şerre kullanıldığında ise, dünyâda kötü ahlak, ahrette ucu cehennemdir. İman ve küfür dilden belli olur. Dolayısıyla kişi konuşurken ahretini düşünerek konuşmalıdır. Zira ağızdan çıkan söz havada kalmaz, sağ ve sol tarafımızdaki melekler tarafından kayda alınır. Ve bir başka âlemde aynen kişinin karşısına çıkarılır. Ne diyor Yunus Emre şiirinde:
Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz.
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.
Konuşma ve sözler insanın terâzisidir. Çok konuşmak karşıdakini rahatsız eder, bıktırır. Çok konuşan, gereksiz konulara dalar, malayâniye kayar, boş sözler sarf eder, belki gıybete girer, yalan söyleyebilir. Unutulmasın ki, çok ve boş konuşmak kişinin kalbinde sıkıntı, rûhunda huzursuzluk hâli oluşturur. Beden bitkin, hayat bereketsiz olur. Böyle kişi sevilmez. Cenâbı Hakk’da çok ve boş konuşanı sevmez. Çok konuşan gaflettedir aynı zamanda vaktini israf etmiş olur. İyisi mi biz az konuşmayı kendimize şiar edinmeli değil mi?
Hayırla kalınız.