Yazımıza yine, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Sevgili okurlar, ilk 18 beyti hamdolsun Cenâbı Hakk’ın izni ve keremi ile bitirdik. Şimdi nasip olursa, yeni yelkenlere kulaç açacağız, Yüce ve Aziz olan Rabb’imiz izin verirse… Bilindiği üzere nasıl ‘Fatiha’ sûresi şerefli Ku’ân’ın özüyse, Mesenevi’inin ilk 18 beyti de, Mesnevî’nin özüdür, denir. Tâhir’ül Mevlevî’nin Mesnevi şerhinde belirtildiği üzere; ‘bâzı ârifler, on sekiz beyti, Mesnevî’nin mukaddimesi, sonraki beyitleri de, onun devâmı ve şerhi saymışlardır.’ İlk on sekiz beyti anlayan, tüm Mesnevî’yi anlayabilir. Mevlânâ Haz. İlk 18 beyti bizzat kendi elleriyle yazmış, sonrasını Hüsâmettin Çelebi’ye yazdırmıştır.
Hz. Mevlânâ, on sekiz beyit boyu bizlere aşkı ve âşıkları anlattı. Ayrılıktan başladı, hakiki âşıkların önce ayrılığı tatmaları gerektiğinden, âşıkların sıfatlarından bahsederken, vuslata erme yollarında kanlı yollardan geçildiğinden, meşakkatlere katlanmanın cennet ameli olduğundan, nefsi eğitmeden hakiki aşka kavuşulamayacağındaki çilelerden derlenen misaller anlattı. Gerçek âşıklar kendilerini aşklarında yok ederler, aradaki engelleri kaldırırlar. Âşıklar hep aşklarını anlatırlar, çünkü onların hayâtı da, ölümü de aşktır. İlk on sekiz beytin özeti buydu.
Şimdi ise bu ‘öz çerçeve’ içinde yeni beyitlere Allah Teâlâ hazretlerinin inâyetiyle başlayalım efendim. Kusur bizden, Tevfik Yüce Mevlâ’dandır inşallah
“Bağı çöz, kopar, hür ol, kurtul ey oğul! Ne vakte kadar altına gümüşe bağlı kalacaksın.” (19. Beyit)
Bu beyitte Mevlânâ Hz. müntesiplerine önemli bir nasihatte bulunuyor; dünya malından yâni altından-gümüşten ilgini kesmezsen, âhiret güzelliklerini elde edemezsin. Dünya bağını kopardığın zaman sana ebedi âlemler açılır. Ancak bağı koparmak emek, gayret ve fedakârlık, istek ve sebat ister. Aynı zamanda dünya hastalığının tespitini iyi yapmak gerek. Kişi şöyle demeli; ‘Ben bu dünyâda en çok neye bağlıyım?’ İşte bunun cevâbı, beni dünyâya bağlayan şeydir. O halde ondan kopmaya çalışmak benim cihadımdır. Tabi o bağlandığım neyse ondan sıyrılmak için fedakârlık gerekir ve dahi bu cesârettir. O zaman dünya metâı, bir anlamda kalpte lüzumsuz yer işgal eden bir konumdayken, ondan kurtul da, gerçek hürriyete kavuş, zira o seni kendine esir etmekte. Dolayısıyla Hak ehli kişi, kendine şu soruyu sormalı; ‘Ben neyin esiriyim? Demeli, cevâbı bulup ondan kurtulmalıdır.
Ancak geçmişten bugüne insanların içinde fıtratından kaynaklanan mal biriktirme, servet edinme merâkı hep olmuştur. Aziz Kitâmız’da: “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayâtının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allâh'ın katındadır.” (Âli İmran, 14) buyurularak bu hakikat dile getiriliyor. Fakat hemen arkasından: “(Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sâhipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allâh'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Âli İmran, 15) Deniyor.
Âyetlerde açıkça belirtildiği üzere, dünya nimetleri ve içindekiler insana sevdirilmiş bunlardan azâmi ölçülerde helal dâiresince istifâde etmeli ama onları kalbin içine sokup vazgeçilemez konuma getirilmemesi öğütlenir. Ancak burada kulun asıl Hakk’ın rızasına, O’nun hoşnutluğuna odaklanması gerektiğine dikkat çekilir. Elbette bu öyle kolay olmaz, cehd, emek, gayret göstermek gerekir. Bilhassa sevdiklerimizden vermek gerekir ki, onlara bağlılığımız kırılsın. Ayağımıza âdeta pranga gibi olan bağlardan kurtulmak için vermek, infak etmek lâzımdır. Ama kötülerinden değil, en iyilerinden, en sevdiklerinden vermelisin deniyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça ‘iyi’ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âli İmran, 92) İşte Cenâbı Hakk’ın rızâsına erişebilmek için O’nun uğrunda fedakârlıkta bulunmak gereklidir.
‘Servet, şehvet, şöhret hırsıyla yanıp tutuşuyorsun. Dünya hırsı her yanını sarmış, her zerrenle seni kendine bağlamış, esir etmiş. Gönlünü Allah aşkından ziyâde altın aşkı ile doldurmuş. Seni kuşatan, kaplayan, benliğini esir eden bu hırs çemberini kopar at, tama zincirini parçala, seni bir ağaç gibi olduğun yere çivileyen bağlardan, kayıtlardan ayağını kurtar da Allah yolunda, aşk yolunda yürüyesin, yol alıp yücelesin.
Gönlünü saran, ayağına bukağı olan dünya sevdâsından kurtulamazsan, Hak yolunda yol alıp Allâh’a yaklaşamazsın. Seni Allâh’a götürecek olan yol, benliğin mâsiva sevdâsının üzerinden geçer. Enâniyeti, dünyâyı, şöhreti, hırs ve pintiliği yol yapıp çiğnemedikçe, Allâh’ın rızasına ulaşamazsın. Allâh’ın rızâsı, kulun öz verisindedir. Mümin gönlünü Hakk’ın rızasına bağlamalı, kendisini Hakk’ın rızasına güdümlemelidir. Şan, şöhret, şehvet gibi geçici dünya hevesleri, şeytan tarafından insana güzel gösterilen şeylerdir.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.50)
Cumânız mübârek olsun efendim.