Nereye gidiyoruz yazılar serisi
Bu yazımda Tüketici Dernekleri Genel Başkanı Sayın Kemal Özer Bey'in Avrupa seyahatini ve kanaatlerini sizlere ulaştırmayı uygun buldum. Aynıyla vaki bu sözlere ilave edilebilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Kemal Bey “Avrupa’nın temizlik sorunu” başlıklı yazısında şunları söylüyor. “İnsanın kendine karşı görevlerinin başında hiç kuşkusuz temizlik gelir. Allah c.c. birçok Ayet-i Kerime'de 'Allah, temizlenenleri sever' buyurur. Bizler, Efendimiz öyle buyurduğu için temizliği imanın yarısı sayarız. İbadetin şartları arasında hadesten taharet ve necasetten taharet vardır. Necâset, temizliğin; necis de temizin zıddıdır.
Temizliğin beden-ağız, yiyecek-giyecek, çevre ve vicdan gibi birçok boyutu vardır. Kur'an-ı Kerîm'de de temizliğin çeşitli türlerine işaret eden ayetler var. Müslümanlar def-i hacetten sonraki her türlü pislikten arınmadan başlayarak, yemek öncesi-sonrası el ve ağızlarını yıkayarak her türlü dış etkenden kendilerini korumakla mükelleftirler.
Yeryüzünün her yeri Müslüman'a verilmiş bir emanet ve ibadet mahallidir. Bu yüzden çevre olarak tanımlanan bu arzı, evi gibi temiz tutmakla da emrolunmuştur. Geçen günlerde arabasına ve kürküne bakınca adam sanacağınız biri, trafik ışığında beklerken oldukça pahalı aracının camını açıp önce sigara izmaritini sonra da çöplerini sokağa attı. Bende bir vatandaş olarak bu kişinin plakasını ilgili kurumlara ilettim.
Önceki yazılarımızı takip etme imkânı bulanlar hatırlayacaktır ki, geçtiğimiz hafta Yunanistan, İtalya ve Fransa'da idim. İskece'deki bir tesisin tuvaleti hariç bu ülkelerin hiçbirinde taharet musluğuna rastlamak mümkün olmadı.
Avrupa'da zaten alaturka diye tabir edilen tuvalet bulmak neredeyse imkânsız. Bu tür tuvaleti İskece'de ve Vatikan'ın helâlarında gördük. Bu ülkelerin yanı sıra, sözde dini bir kurum olan Vatikan'ın tuvaletlerinde de su bulmak imkânsız. Çoğunda tuvalet kâğıdı bile yok. Düşünün adamların hallerini.
Taraf Gazetesi'nin arka sayfasındaki çok beğendiğim, kişilerin din ve dünyaya bakışlarını ölçmeye yardım eden kısa, soru-cevap çalışmasını ilgi ile takip edenlerdenim. Orada 'nerede yaşamak isterdiniz?' diye bir soru var. Bu soruya çoğu batı hayranı, ... b..kluların kenti 'Paris' diyor. İstanbul gibi bir kent varken Paris'te yaşamak isteyenlerin bana verebilecek hiçbir şeyleri olamaz.
Seyahat sırasında bir arkadaşta gördüğüm Mine Kırıkkanat'ın 'Paris Paris' adlı kısa kitapçığını okudum. Kompleksle yazılan bu çalışmada Beyaz Türk'ler olarak adlandırılanların DNA'larına, Paris değerleri işlediği görülüyor.
Lakin bir insan hakları ihlali olarak gördüğümüz bu taharet meselesine devam edelim. Daha önce defaatle (çok kereler) Avrupa ülkelerine gittiğim için tecrübeli ve tedbirli olmam nedeniyle pek sorun yaşamadım. Ancak ilk gidenlerin yaşadığı şok ve otobüsteki Avrupalı hakkında galiz (kaba) ifadelerini duymak şaşırtmadı beni doğrusu.
Burada yaşamak zorunda kalan Müslümanların yaşamları bir hayli zor. Her defasında bizim gibi bir pet bulup su doldurup taharet yapmak zorunda kalmaları adeta bir işkence. Arama motoruna 'Avrupa'da taharet' yazıp taratınca konunun forum köşelerinde tartışıldığını gördüm. Ancak daha önce konunun bir yazar tarafından dile getirildiğine rastlamamam beni çok şarttı. Sürekli gidip gelenler, hallerinden memnun (mu)lar ki bu konuya hiç değinmediler acaba?
Avrupa'nın “taharet tarihinin” kötü olduğunu herkes bilir. Otobüsümüzde konu açılınca rehberimiz Fransa'nın ünlü Versay Sarayı'nı anlattı. İçerisinde tuvalet bulunmayan ünlü sarayda, odadan odaya geçilmesi nedeniyle mahremiyet denilen kavramla da medeni(!) Avrupa hiç tanışmamış. 'Tüy Dikme' kavramı da Versay Sarayı kaynaklı. 'Sarayın koridor köşelerinde, hacetlerin büyüğü giderildiğinde uşaklar, bunları dışarı atmadan önce, bir kaz tüyünü içine takarlarmış. Birkaç gün sonra da tüyden tutarak, sertleşmiş olan haceti, pencereden dışarı fırlattıklarında, o anki şanslı kişi kim ise, onun kafasında patlarmış.' Pislikten geçilemez hale gelen Paris'te dışkı kokusu da yaşamı zorlaştırınca çare olarak parfüm kullanımı yoğunlaşmış.
Avrupa satıcılarının pazarlamalarına aldırmayın, onlar hala taharetsizliğin karanlık ve pis çukurunda kıvranıyor. Bugün bizimkilerin bir asgari ücretlinin aylık geliri kadar miktarı 200 cc Paris parfümüne verdiklerine ve bundan da utanılası bir haz duyduklarına bakmayın, parfüm Avrupa'nın pis kokusunu bastırmak için endüstrileştirilmiş bir sömürü ürünüdür. Tarihine, kültürüne ve inancına yabancıların tercih ettiği beni rahatsız edici sözde güzel (müsrif) kokudur o. Yüksek topuk pisliğe bas(t)mamak, peruk ise pencereden atılan pislikten korunmak için Avrupalının icat ettiği ürünler. Bugün bu ürünler Avrupa'nın kültür tahliyesinin ürünü haline getirilmiştir.
Bizde def-i hacet yapmanın ve o mekâna girmenin bile bir adabı varken, bu zavallıların donlarının ne halde olduğunu hatta bu kalıntıların bedenlerinde nasıl bir sağlık sorununa neden olduğunu düşününce doğrusu acıyorum bu adamlara.
Merhum Aliya İzzetbegoviç'in 'İslam Deklarasyonu' adlı eserinden Paris hakkında: “1965 yılında yayınlanan İtalya Gazetesi 'Corriere Della Sera' bir haberini nakletmekte zorlanıyorum çünkü neredeyse inanılmaz bir şeydir: “Paris'teki evlerin yüzde 66'sının ve şehir merkezini konuşacak olursak o zaman evlerin yüzde 80'inin banyosu yoktur. Paris nüfusunun yüzde 10'nu Voltaire'nin 'Bütün Parislilerin su şebekesine kavuşmalı' dileğinin gerçekleşmesini beklemektedir”
Bizde de hadesten ve necasetten taharete dikkat etmeyen yığınla kişi olabilir. Ancak bu bizim inanç ve kültürümüzün ürünü olmayıp, insanımızın acınası halidir. Avrupa'daki ise bir kültürdür ve bunu değiştirmek için hiçbir çaba da söz konusu değildir.
Bu durumda Avrupa helâlarına su tesisatının çekilmesi ve alaturka tuvaletlerin tesisi için Avrupa Parlamentosu üyesi Milletvekillerimiz ile AB Müzakere Heyetimize büyük görevler düşüyor. Kanaatimce bu sorun bir insan hakları ihlalidir ve bizzat AHİM'e müracaat edeceğim. Müracaat ve tepki sayısı ne kadar artarsa çözümde o kadar hızlanacaktır. Çözüm hem bize hem de Avrupalılara büyük bir iyilik olacaktır.”
Henüz taze bir hatıranın kaleme dökülmüş halini ve kendi iç yaşantısında bu kadar pis olan insanların, bizim Batıcıların çabalarıyla ne kadar ilerici olduklarını gördünüz mü?