Ayağımın altındaki zeminin yapısından, kalınlığıdan, sağlamlığından ve hakkında bilmem gereken her şeyinden yana habersizim. Tabi öyle bir zemin varsa şayet...
Zira, ayağımın altında öyle bir zeminin olup olmadığından da emin değilim; onun varligindan. Uçuyor da olabilirim o halde. Havada. Yol alıyorum ama ne şekilde, belli değil yani.
Belirsizlik, fluluk, değil ileriyi; şu anı bile görememekler falan, hep bizim işlerimizdendir zaten. Biz derken, yönünü ve dengesini ne zaman ne nasıl kaybettiğini bile seçemeyenler. Bilemeyenler. Ama kaybedenler.
Bir zamanlar sağlam bir köprüde mi yürüyordum peki? Öyle miydi? Bir zamanlar ama ne zamanlar? Hatırlamıyorum. İki yanında korunaklı korkulukları olan, ağırlığımın kat be kat fazlasını taşıyabilecek kadar güçlü ve sağlam bir köprünün üzerinde?
Ne oldu ona? Ne zaman ve nasıl oldu hatta?
Peki şimdiki ahval ve şeraitim, dahası, olası istikbalimin durumunu söyleyebilir misiniz bana hocam? Az çok? Derin hocaymışsınız siz... Derinliğiniz, yüksekliği de içine alacak hatta 360 derecelik bir görüş alanına sahip olabilecek kadar mi derin peki? Çok övdüler de sizi... Bilemedim. Başta yok dedim, olmaz dedim, şunu dedim, bunu dedim ama kaybolmuşlar önünde sonunda her kapıyı çalarlar işte böyle, bilirsiniz. Çaresizlik, seçim şansı bırakmaz pek. Söyleyin o halde: yürüyerek mi, uçarak mı, ya da belki, yüzerek mi hatta, ne şekilde yol alıyorum ben? Ne yapıyorum? Bunun cevabı, daha önce hiç şimdiki kadar böyle bulanık, belirsiz ve seçilemez olmamıştı da. Kaybettiklerimin arasında en çok kendim vardım belki.
O halde, "Güçlü ol evvela" diyecekler bana, öyle değil mi hocam? Öyle basitçe ve kolayca söyleyiverecekler. Belki siz de öyle diyeceksiniz hatta. Peki 'güç'ten kastınız nedir tam olarak? Toprak mı, hava mı, su mu, hangi ortamın içinde bulunup ilerlediğimi göremiyor olmam mı bir zayıflıktır ya da? Bu bulanıklık, bir nevi zafiyet midir yani?
Yok, bir başkasının fikriyle neşelenecek ya da dertlenecek de değilim aslında. Dilediklerini düşünebilirler. İster güçlü, ister zayıf bulsunlar sözlerimi yani. Umrumda, diğer insanlar dışında bir çok şey var ama onlar yok işte. Yok. Aa bir dakika! Zaten bunun kendisi güç değil miydi hem bizatihi? Sözünü ettiğim umursamamak hali? E tamam bakın, aştık orayı da o halde hocam. Zafiyet sorunu yokmuş ortada demek. Hoş, önemli olan da bu değil zaten. Hangi ortamın içinde ilerliyorum ben, olması gerektiği gibi, ayağımın altında bir zemin bulunduğundan yana şüpheliysem? Hem ne demişler, şüphe varsa, şüphe yoktur. Yani ortada bir bit yeniği olduğu kesindir. O halde yürümüyorum, anladım. Şimdi anladım. Sizle konuşmak bile iyi geliyor işte hocam.
Uçmak ya da yüzmek eylemleri kaldı o halde. Hava ve su. Ne var ki, bu iki ihtimalin içinden, yüzüyor olma olasılığını kesinlikle eleyebilirim hemen. Nitekim suya dair hiç bir akışkanlık ve devinim hissetmem içimde hiç. Ona doğru. Elimde olsa dört mevsim teyemmüm yaparım, o derece diyeyim. O halde uçmak? O da sadece rüyada olmaz mıydı? Sol beynimin devreye girdiği nadir durumlarda, kilolarca ağırlığı uçuracak kadar güçlü kanatlarımın olmadığını, hatta zaten kanatlarımın hiç olmadığını hatırlayacak kadar mantıklı olurum böyle. Hocam...
Toprağı, havayı ve suyu eledikten sonra bir ihtimal daha var gerçi. Üzerimdeki ateşten gömleğin gösterdiği tek adres ve verdiği cevabı, başından beri adım gibi bilsem de, sona saklayan bir korkaklığım var işte. Fakat işin sonunda, cesur olmak kaçınılmaz bir hal alıyor böyle. Mecburiyetten doğan bir cesarete, cesaret denilebilirse tabi... Ateşten geçtiğimi, ateşin üzerinde yürüdüğümü biliyorum. Yanıyor muyum, yoksa, pişiyor muyum, yolun sonunda öğreneceğim. "Nar olmadan nur olmaz" diyorsunuz öyle mi?