Bu soruya verilebilecek sayısız cevap vardır, öyle değil mi? İnsanlik tarihinden beri sorulagelen o meşhur sual... Hatta benim gibi, buna bir cevap vermeyi, fazla cüretkar bulabilecekler de vardır; cevap veremeyecek olanlar...
Fakat cevabı aranan, "Aşkı nasıl yaşamalı?" olsaydı eğer, ya da, "Aşk nereden ve nasıl beslenir?" gibi ikincil türden sorulardan birisi olsaydı bu, belki az da olsa dilim dönebilirdi, ya da, bu konuda biraz kalem oynatabilirdim.
Hadi bunu arayalım o zaman şimdi. Derenin kenarından dolanalım öyle, 'ikincil, ikincil'...
Arayalım da, kim kaybetmiş ki biz bulalim ya Hu? Bir yanı aydınlık ve parlak, öte tarafı koyu ve karanlık olan bir şeyden söz etmeye çalıştığımızın farkında mısınız? Laylaylom tadındaki uçucu duygulardan değil, kallavi ve kıvamlı bir şeyden bahsetmeye çalıştığımızın, farkında mısınız?
Az önce de anmış olduğum gibi, bir yanı aydınlık, diğer tarafı karanlık olan; uçuculuk şöyle dursun; özkütlesinin ağırlığının bir elmas parçasıyla bile kıyaslanamayacağı kadar yoğun ve ağır olan bir şeyi yaşamak ve taşımak, kalbinizin kapasitesi ile doğru orantılı oluyor, ilkin. Önce burada bir anlaşmalı! Hani, yalnızca çiçekli böcekli, uçurtmalı ve balonlu bir atmosferde nefes alamayacak bir duygudur bu. O da lazım tabii, ne demiştik, aydınlık ve parlak bir tarafı da var bu duygunun. Laylaylomlu şarkılar, bağlılık sözleri, belki yeminleri, sevinçle parıldayıp birbirine bakan iki çift göz, binlerce güzel söz...
Fakat işin asıl diğer tarafı çeliyor benim aklımı. Sanki derinlik ve gerçeklik, oralarda bir yerlerdeymiş gibi...
Hoş, 'kalbin kapasitesi' tanımını kullanmıştım ya az önce hani... Bu kapasite, potansiyel, güç, ya da, adına buna benzeyen her ne derseniz deyin, işte o, bu karanlık platformda ortaya çıkıyor asıl. Yani işin 'turnusol'u diyebiliriz buraya, bir bakıma. Günümüzün, bencillik, çıkarcılık, soğukluk, uzaklık ve duygusuzluk öğretilerini aşılayan, o, sosyal medyanın ünlü yaşam koçlarına göre, tam da pılıyı pırtıyı toplama vaktinin geldiğinin habercisidir gerçi, o karanlık taraf ile karşılaşılan an. E sonra da, ne ben Aslı olabiliyorum, ne de sen Kerem, tabii... En çok, 'tutku' kelimesi ile karşılık bulabilen, o soyut, manevi ve gerçek olan kimyasal bağın nefes alıp güç ve hayat kazandığı o karanlık saha olmasaydı, aydınlık ve parlak olan tarafın hiç bir cazibesi ve albenisi de kalmazdı zaten. Kime ait olduğu belli olmayan o müthiş söz ile açıklayabiliriz bunu da: "Karanlık olmadan, yıldızları göremezsiniz." Kaldı ki, işin aslı, yıldızları görmek bile değil, bana göre. "Yıldızlar hoştur ama o karanlık başkadır, başka" diyebilir miyiz o halde? Diyebiliriz.
İzlenilen rota üzerindeki yolda, yeri gelip de bir kaç adım geriye gidilince, bu durumun adına 'birlikteliğin yıpranması' demeyecek kadar cesur yürekli ve güçlü duruşlu insanlara, evet, o 'karanlık taraf' ile yüzleşebilecek kadar cesur olabilenlere verilen bir ödüldür diyebiliriz aşka, bu minvalde. Karanlık olmadan, aydınlığın beslenemeyeceğini, hatta bunun ortaya çıkıp da görünür hale gelemeyeceğini anlatmalı ve öğretmeli, gelecek nesillere. Aksi halde o Aslılar ve Keremler, yemyeşil kırlarda koşup eğlenirlerken düşüp bir yerlerini kıracak ve bir daha da koşamayacaklar.