Efendim gününüz hayırla dolsun. Biz bir süre eğitim ile ilgili yazacağız. Bugün yine Nurettin Topçu Üstâdın fikirlerinden yola çıkmak diliyoruz:
“Millet rûhunu yapan maarifidir. Maarifin düşmesi millet rûhunu yere serer. Maarife değer vermeyiş millet rûhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet rûhu da onun arkasından gider. Şu halde millet, maarif demektir. Fertte olduğu gibi millet vücûdunda da iki unsur birleşmiş bulunur. Biri vesâyetle ecdaddan getirdiği, öbürü maarifle getirdiği eğitimdir. Ecdâdın verâseti târih şuuru içinde saklıdır. Eğitim ise maarifin hizmetindedir. Bizde ecdad rûhunu yaşatıcı târih şuurunu besleyen ve canlı tutan maarif olduğu gibi onu yıkan ve çürüten de yine maariftir.” (Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davâsı, 2019, İst, s.30)
Bu mükemmel tespitlere katılmamak mümkün mü? Elbette milletleri millet yapan ruhtur o da ancak eğitimle kazandırılır. Eğitimin kökü ilâhî meşeli olursa netice hem kısa zamanda hem de istenilen şekilde tezâhür eder. Madde odaklı menfaat eksenli eğitimden ancak kuru, his, sevgi, saygı ve nezâketten uzak sâdece ben merkezli nesiller ortaya çıkar tıpkı bugün olduğu gibi. Ecdad kaç kıtaya hükmetti, vicdan sâhibi herkes onların idâresinden memnundu? Bunlar neyle oldu? Ruh ile hak ve hakikat aşkıyla, ilim ve irfan ile o güzellikler başarıldı? Bugün Sûriyeli kardeşlerimizi kapı dışarı etmememizin temelinde de bu ruh var. Bakın dünya bizi takdir ediyor.
Geçmişte yaşanan bir vakadan hareketle; “…Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!’ diyen vatan bülbülünü ‘kör, sağır’ diye taşlayan vatansız kolejlinin bu kahpe saldırısının hazırladıklarını bilmeyecek kadar şuursuzlar.” Derken; “Sinan’ın ve Yunus’un, Kemal’in ve Âkif’in arkasından giden tek deha yetişmiyor... Garbı taklitte ne kadar ilerlersek o kadar batağa saplanmış olur ve dâima küçülürüz. Dinde ve dilde, sanatta ve devlette büyük millet varlığımızın sönük bir hayal hâline gelerek bize vedâ ettiği bir devrin yetimleriyiz. Onu yok olmaktan kurtaracak olan yine millet maarifidir. Kendimiz için yepyeni bir maarif sistemi kurarak işe başlamak zorundayız. Bu maarifin ilkokulundan üniversitesine kadar bütün basamaklarında bin yıllık millet irâdesiyle bin dört yüz yıllık millet karakteri yaşatılırsa bizim olacaktır.” (A.g.e, s.36-37) Kendimize döndüğümüzde aslımızı bulacak en güzele ulaşmış olacağız ve bize uymayan, karakterimizle bağdaşmayan eğitim sistemlerini alıp taklit etmek bir zamanlar dört kıtaya hükmetmiş olan bir millete yakışmayan bir modeldir.
Bugün okullar bilhassa da her sahada açılmış pek çok paralı ve pahalı eğitimle herkesler okuyor ama netice ne oluyor??? Bu nesiller vatan ve millete yarayışlı ne gibi hayırlı çalışmalara imza attılar. (Son zamanlarda Bayraktar kardeşlerin gerçekleştirdiklerini ve onlar gibilerinin emektar çalışmalarını tenzih ediyorum.) Bugünkü üniversiteler âdeta diploma dağıtan kurumlar hâline gelmiştir. Yine bu hususlardan müzdârip olan merhum Topçu; “Bu düşman kuvvetlerinin varlığına fiilen son verilmelidir. Bol gelirli istikbal hazırlayarak değil, bu kuvvetlerin tasallutundan kurtardığımız vakit, işte o zaman çocuklarımızı ve milletimizi kurtarmış olacağız. Mesele önce bu iradeyi elde etmek sonra bu işin nasıl yapılacağını hesaplamak mesesidir. Zamânımızın istiklal savaşı, bu cephede açılacak savaştır.” (s.39)
Bu öyle bir savaştır ki toplu tüfekli değil bu iş kalem ve ilim savaşıdır. Onlar bizi bu konuda daha geçtiğimiz ön beş seneye kadar büyük bir aşağılık kompleksine düşürmediler mi? ‘Ya, bizden adam olmaz. Elin gavuru bak neler yapıyor?’ gibisinden sözler edilmiyor muydu? Kendi değerlerimizin hayat kıyısına ötelenmesinden bu yana müthiş bir Batı hayranlığı almış başını gidiyor son hızla. Bugün Müslüman şehirlerinde geziyorsunuz bakıyorsunuz kendi insanlarımıza kılıf-kıyâfet, davranış ve yaşantı yönüyle aynen bir Batılı gibiler. Bizim Müslümanlığımızı simgeleyen, anlatan neredeyse hiç bir özellik kalmamış. Bu beldeleri atalarımız ne zor şartlarda kan vererek, baş vererek almadılar mı? Bilhassa sahil bölgelerinde meselâ İstanbul’da, Çanakkale’de, İzmir’de yazları kadınların bacak festivaline şâhit oluyorsunuz, kafanızı kaldırdığınızda öyle uygunsuz, ahlak dışı davranışlara rastlıyorsunuz ki, ‘Pes doğrusu! Bu kadarı benim ülkemde nasıl oldu?’ diyorsunuz. Bilhassa İstanbul’daki sözüm ona ‘özgür olma’ (!) adına her taraf günah işlenen mekâna dönüşmüş vaziyette. Utanıyorsunuz… Ve diyorum ki; ‘Eminin ecdâdın kemikleri sızlıyordur.’ Bir yanda Cuma ezanı okunuyor ayni saatte kılını kıpırdatmadan zar atanlar, ayak ayaküstüne atmış vaziyette sigarasını tüttürenler. Bu mu özgürlük anlayışı! Kabul etmiyorum. Bin kere böylesi özgürlük anlayışını kabul etmiyorum. Asıl özgürlük kula ve kulun kânunlarına değildir, asıl özgürlük Hakk’a tâbi olmaktır vesselam.
Hayırlı, nurlu Cumâlarınız olsun.