Annem ile babam ellerimden tutup getirmişlerdi. “Okula başlayacaksın.” diyorlardı. Korkuyordum, çekiniyordum. Hem okul neydi, ne olacaktı okula başlayıp da? Öğretmenimle tanıştım önce. Arkasından arkadaşlarımla. Bir sürü arkadaşım olmuştu. Oyun oynuyorduk, eğleniyorduk, neşe içinde geçiyordu günlerim.
Öğretmenim bir gün bir levha gösterdi bize. “Çocuklar bunlar harf. Bunları öğreneceğiz, okuyacağız yazacağız.” dedi
Korkum yeniden depreşti. Ya ben okuyamazsam, yazamazsam diye. Hem hepsi birbirine benziyor, hem hiçbiri diğerine benzemiyordu. Bazısı düzdü, dikti; bazısı eğikti; basının karnı, bazısının kuyruğu vardı. “Off!” diye geçirdim içimden. Bunlar da neydi böyle. Yok ben öğrenemeyecektim bu okuma-yazmayı.
Öğretmenim önce bir harf astı tahtaya. Tarağa mı benziyordu, tırmığa mı bilemedim. “E” dedi adına. Biz de “E” dedik ardından. Okuyabiliyordum, yazabiliyordum, arkadaşlarımla birlikte.
Bir başka gün, bir başka harf. “L” dedi öğretmenim. “L” diye bağırdık hep beraber. Yan yana geldiler. “El” oldular. “El ele” tutuştular. Yürüdüler, koştular, oynadılar.
İlk gün görünce bir şeye benzetemediğim harfler yan yana gelmeye başlayınca öyle güzel kelimeler ortaya çıkıyordu ki. “Hemen,” diyordum. “Hemen hepsini öğreniverelim.” Harfler hecelere, heceler kelimelere, kelimeler cümlelere, cümleler anlamlara dönüşüyordu.
Artık ben okuyorum. Adımı yazıyorum. Anne, baba, kardeş, dede, nine yazıyorum. Öğretmen yazıyorum, okul yazıyorum. Sevgi, kardeşlik, arkadaşlık yazıyorum. Ay, güneş, yıldız yazıyorum. Yağmur, bulut, kar, rüzgâr yazıyorum.
Yürümeye yeni başlayan bir bebek ya da uçmayı yeni öğrenen bir kuş kadar heyecanlıyım. Umut doluyum, neşe doluyum. Okuyacağım, yazacağım ülkeme ışık olacağım.