Şu anda hemen önümdeki masanın diğer ucunda; tam karşımda oturuyorsun. İçeceklerimizi sipariş verdik. Birazdan gelir. Rüzgarlı bir haziran akşamının üzerindeyiz. Tepesinde. İyiden iyiye çökecek akşam, birazdan. Hem sıcak, hem de üşütmeyecek derecede esintili bir hava var bu yüzden. Her şey çok güzel yani.
Fakat ne hikmetse, yüzünün önünde tülbenti andıran hafif ve uçuşkan perdeler mevcut, varlık sebebine aklımın sırrımın bir türlü ermediği. İlk kez görüyorum onları orada. Yeni bir şey bu. Bugün, o şeffaf perdelerin ardından görebiliyorum seni ancak. Anlayamıyorum. Seni net olarak göremeyişimin sebebini bulamıyorum. Söyleyip soramam da.
Yakın gelecekte, kalın ve ağır perdeler inecek yüzüne, belki de. Geçmişin demirden perdeleri… Şimdinin tülleri o yüzden vücut bulmuş olmalılar, şimdiden özlemeye başladığım yüzünün önünde. Perşembenin gelişini haber veren Çarşamba gibi. Ya da, bir felaket tellalı gibi aslında. Uğursuzluk habercileri gibi.
Gerçekleşme ihtimalini düşünmek bile şimdiden içimdeki tüm asilere baş kaldırtan bir ayrılık yaşanacaksa eğer, bu lanetli perdeler sırf o yüzden gölgelemeye başlamışlarsa seni şimdiden, onları yırtıp atsam, çekip alsam oradan hemen şimdi diye geçiyor içimden. İçimden geçmek ne kelime, ele geçiriyor bu fikir beni! Tabi tutuyorum kendimi. Ya da bir şey beni tutuyor. Gölgelenmeye başlamış varlığına bakarken, alelacele ve acemice nelerin aklımdan geçip gittiğinden haberin bile yok senin şimdi. Kendi yüzündeki o tül perdelerden yana bile habersizsin şu anda zaten.
Geçmişin demirden perdeleri bir kilit gibi vurulacak yüzüne yakında, biliyorum aslında. Sanrı’dan çok daha keskin bir sezgi ya da kesin bir bilgi bu. Henüz kendime itiraf etmeye ve yüzleşmeye hiç hazır olmasam da… Benim yüzüme bir şamar, senin yüzüne kilit vurulacak. Anahtarını hiçbir faninin bulamayacağı bir kilit... Acısını hiçbir ölümlünün silemeyeceği bir şamar…
Peki, geçmiş seni bir anı olarak toprağa mı gömecek, ateşe mi verecek, suya mı atacak ya da havaya mı savuracak acaba? Bunu bilebilir miyim? Hani ‘hiçbir şey, var iken yok olamaz’ ya, söyle, nereye gidecek varlığın o halde, hatıradan ibaret varlığın?
Bütün olasılıkları göz önünde bulunduracak olursak…
Geçmişin karanlık ateşinde yanacaksan, küllerinden yeniden doğar mısın bir gün, peki? Ya, içine atıldığın su, bir gün bir dalgayla seni benim sahilime getirip de bırakır mı tekrar? Peki havaya mı savrulursun sence? Bak en uzak ihtimal bu olmalı işte. Çünkü o zaman ciğerime dolardın her solukta. Oysa senin yerin, ciğer değil. Biraz daha yukarıdasın…
Fakat en fazla ihtimal verdiğim seçenek, geçmişin seni toprağa gömmesi. Bu defin, gelecek zamanın içinde bir yerlerde, bir olasılık değil de kesin bir gerçeklik olarak vuku bulacak zaten, tıpkı her fani için olduğu gibi. Fakat vücudundan önce, zamanın üzerinden bir silindir gibi ezerek geçtiği varlığın, pestile dönmüş iki boyutlu hatıran gömülecek toprağa ilkin, diyorum. Yüzünün önündeki tül perdeler, dev bir tohumu örtüp gölgelemeye başlamışlar o halde aslında, şimdiden.
Arka bahçeme gömüleceksin. Gizli bahçeme. İçinde bin bir kokunun, rengin ve bitkinin hayat bulduğu, bahçıvan yüzü görmemiş ve insan eli değmemiş bahçeme. Ben seni evimin penceresinden izleyeceğim hep. Gözüm mütemadiyen bahçemde olacak. Tam olarak, senin gömülü olduğun yerde yani. Diğer bitkilerim alınmasınlar ama bahçem en çok senin için hazırlanmıştı ve seni bekliyordu zaten yıllardır. Kader’e ram olmuş; geçmişe, geleceğe ve bütün zamanlara boyun eğmiş bahçem… Ben yalnızca bir seyirciyim. Nüvende neyin gizli olduğunu yakında göreceğim. Bir nifak tohumu musun, yoksa, yararlı ve hayırlı bir şeye mi dönüşeceksin, bilmiyorum. Şimdinin tül perdeleri, ardında neyi gizlediğine dair bir ipucu bile vermiyor bana çünkü. Aslında ve saklında neyin potansiyeline gebesin, göreceğiz. “İyicil bir bitkiye, diyelim ki bir meyve ağacına dönüşsen, sen’den yesem ve gölgende serinleyip uyusam, gövdene sarılsam” diye geçiyor içimden ama her şeye de razıyım aslında. Yaptığım gelecek hesapları, şu anki hafif ve zayıf tül perdelerin kesinleşmiş hükmünün yanında pek bir şey ifade etmiyor ki. Şimdiki gölgeli ve perdeli yüzüne bakıyorum ben sadece. Kalkıp onları oradan çekmeye değil benim, hiçbir yaratılmışın gücü yetmez. Biliyorum.
Bari toprağa düşesin. Arka bahçemdeki…