Arayış

Ayşe Aslı Duruk

Arayış... Kendisi bitmek tükenmek bilmeyen ama yer yer bitkinlik, tükenmişlik ve yılgınlık hissi veren bir arayış. Fakat aranılan her ne ise, o bitkinliğin ardından insanın içini yeniden heyecan, enerji ve ümit hisleriyle doldurup tekrar ayağa kaldıran ve yola düşüren arayış...

*

Aramayan yok. Peki, bulan var mı?

*

Eksiklik ve tamamlanmamışlık hisleriyle, dünya fenasına bir yenidoğan kılığına bürünüp gelen insan evladının daha o ilk ağlayışı; çığlık çığlığa döktüğü gözyaşları için bilimsel ve biyolojik açıklamalarımız ve sebeplerimiz var elde. Nedenlere değil de nasıllara ışık tutan argümanlarımız... Fakat onun, fizik yasalarına ve buranın kurallarına uygun olarak gerçekleştirdiği bu refleksif davranışının ardında, varlığının çok daha eskilere kadar uzanıp dayandığı kadim iradesi, ait olduğu yurttan kopup gelmiş olmanın şimdiden başlayan hasreti ve kısa süre içinde, bir gün yeniden hatırlayacağı üzere, unutacağı bilgiler için kopardığı bir feryattır bu aslında. Zira tüm o her şeyi -unuttuklarını- ömrü boyunca, neyi aradığını bilmeden, yana döne arayacak. Bulur mu peki?

Bulduk mu? Zaten, onu nerede aramamız gerektiğini en azından, ya da, neyi ama neyi, evet neyi aradığımızı biliyor muyuz? Hiç bilmediği bir şeyi nasıl olur da özler ya da arar ki insan? Mümkün mü hiç, öylesi? Değildir pekala. Peki, içimizdeki bu delicesine hasret ve arayış nedir o halde?

*

Aramayan yok. Peki, bulan var mı?

*

Somut ve maddi hedefler belirleyip, nişan alınan o sonuçlara doğru giden yolda yürümeyi, o arayışın kendisinin yerine koyup kendimizi avutuyoruz. Bir eşyaya ya da insana ulaşmanın, bu arayış arzusunu doyurup dindireceğini varsayarak yol alıyor ve bunu, asıl büyük yürüyüşün yerine koyup bu materyalist arzularla hayallerimizi süslüyor ve kulaklarımızı sağır eden o çağrıya kendimizi kapatmış oluyoruz. Son güne kadar... Zira öyle yapınca her şey daha kolay, bilindik ve güvenilir geliyor.

İdealize edilen o eşyaya ya da insana ulaşmanın getirdiği sevinç, yerini büyük bir boşluk hissine ve hayal kırıklığına bırakıyor sonra. Aradığınızın o şey ya da kimse olmadığını kısa süre içinde anlıyorsunuz çünkü. "Büyük yürüyüş, bu olamazdı..." Büyük yürüyüş bu olsaydı, bitiş çizgisi, yeni diyarlara açıan bir kapı olurdu, ya değilse. Fakat, yok! Bitiş çizgisi, gerçekten de bitiş ve nihai sonmuş. Ardı uçuruma bile açılmayan, ucu kapalı ve ancak göğe doğru yĵkselen duvarlara toslayan bir son.

*

Aramayan yok. Peki, bulan var mı?

*

Beni soracak olursanız... Yollardayım. Hep. Şiddeti sağır eden cagri, isitme kaybına yol acmak soyle dursun, yillardir kulaklarımın icinde cinliyor. Çınlayıp duruyor. Maddi ve somut olan engellere takilip duse kalka ilerliyorum, iki ileri bir geri... Bir yaralayıp bereleyen; bir dizime derman, bilegime guc ve gorusume keskinlik katan bu çağrının geldiği yöne doğru ilerliyorum. Bilincin ve iradenin bir yok olduğu, bir ortaya çıktığı bir mekansızlığın bazen içinde, bazen dışında, gece gunduz demeden arıyorum. Ancak onu bulduğumda, neyi ariyor olduğumu anlayacagimi bilerek, ya da, bileceğimi anlayarak bazen yuruyor, bazen savruluyor bazen ucuyor ve bazen de yanarak yol aliyorum.

Zaten aramayan yok. Peki, bulan var mı?

Ünlü islam alimlerinden Bestami'nin şu sözüyle bitirmeyelim mi o halde bu yazıyı: "Her arayan bulamaz ama bulanlar hep arayanlardır."

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.