Efendim son yazımızda kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz müsâdenizle;
Şerif Hüseyin ve birkaç bedevi kabilenin dışında Müslüman Arapların, Osmanlıya isyan ettiği düşüncesi doğru değildir. Bu fikir, İngilizler Osmanlı’nın Araplar arasındaki itibârını sarsmak için ortaya koyduğu bir aldatmacadır. Hatta Araplar, Şerif Hüseyin’e karşı Osmanlıyla berâber savaşmışlardır. Şerif Hüseyin’in isyânına sebep olan da, II. Abdülhamit’i tahttan indiren de, İttihatçılardır. İttihatçılar, İngilizlerle birlikte Şerif Hüseyin’in isyânına zemin hazırlamışlardır.
‘Araplar bizi arkadan vurdu’, iddiası doğru değildir. ‘Araplar ve diğer Müslüman kardeşleriniz I. Dünya Savaşında sizi sattı.’ ‘Türkün Türk’ten başka dostu yoktur.’ Bu sözler gerçek dışıdır, Müslümanlar arasına nifak sokmak isteyenlerin kasıtlı yaydıkları yanlış fikirlerdir.
‘Asıl cephe, önce Süveyş kanalı ve Kanal Harbinde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin’de kurulmuştur. Filistin’de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Sûriye’de, Irak’ta, Lübnan’da Türk kuvvetlerini ‘arkadan vuran’ herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul’a yâni Türkiye’ye sâdık kalmıştır… Arabistan Yarımadası’nın Hicaz bölümünden Akabe’ye kadar olan ‘cephe gerisi’ dışında. Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dâir târihte herhangi bir kayıt yoktur.’ (Cengiz Çandar, ‘Sharon’cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları’, Yeni Şafak, 5.Nisan, 2002)
Osmanlı Devletinin yıkılış dönemlerinde, Türk olmayan Müslümanlar arasında isyanlar olsa dahi, bunlar isyan olarak nitelendirilemez. Araplar arasındaki bu huzursuzluk sâdece küçük bir azınlıktı. Arap kabilelerin çoğunluğu Osmanlıya bağlılıklarını göstermişlerdir.
Kurtuluş Savaşı sırasında ne Kürt ne Arap ihâneti yaşanmamıştır. Bunda Abdülhamit’in uyguladığı başarılı siyâseti önemli rol oynamıştır. Oluşan menfiliklerde, o devirdeki İttihatçıların basiretsiz kararlarının etkisi büyüktür.
Dr. Zekeriya Kurşun’un ifâdesiyle; ‘I. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu ile berâber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlılıklar gösterdikleri bir hakikattir.’ (Zekeriya Kurşun; Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İst, 1992, s.153) Bu hususla ilgili, bir başka gerçek de şudur; Araplar içinde milliyetçilik başlatan Müslüman Araplar değil Hıristiyan Araplardır. Bu konuda değerli bir otorite olan Prof. Kemal Arpat, Osmanlı Devletindeki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hâriç, aslında en son noktaya kadar ‘ayrılıkçı’ olmadığına dikkat çekerek şunları söyler;
‘Görülüyor ki, Arapların ‘milli’ hareketi esâsında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sâdece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı. Osmanlı Devleti ve hanedânı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerin modern bir versiyonunu oluşturmaya çalışan Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.’ (Kemal Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s.379)
Ayrıca Mekke ve Medine’de İngilizlere karşı askerleriyle yiğitçe çarpışan Fahreddin Paşaya ve yanındaki askerlerine Suudi Arabistan’ın köklü aşiretleri destek vermişlerdir. Bunlar Osmanlıyla birlikteydiler. Her şey bir yana bugün Çanakkale Şehitliğinde yan yana yatan şehitlerin mezar taşlarına bakıldığında Yemen, Mekke, Medine, Bağdat, Şam, Halep isimlerini görürüz. Biz Çanakkale’de yedi düvele karşı çarpışırken Arap coğrafyasının askerleri bize destek olmuşlardır. Bu birliktelik açık ve nettir. Zâten târih bunu yazmıştır. Bağdat’ta, Suudi Arabistan’da, Küt’ül Amâre’de, Filistin’de, Kudüs’te Araplar hep bizimle birlikteydiler.
Cumanız hayırlara vesile olsun efendim.