Reklamlar sıkça gözüme takılıyor bazen. Son günlerde de araba reklâmları.
“Benim babam Toyota gibi adam!”
Mesajlar gözümüze sokuluyor:
Sen kimsin be adam! Araban(paran) kadar konuş!
Beğenilmek, sayılmak sevilmek istiyorsan para(lan) ve lütfen arabalan! Gayrisi yalan!
Fazilet susun, gönül sussun, şan şeref, onur susun; arabalar konuşsun.
Analık, babalık, insanlık adına nasıl da onur kırıcı bir vaziyettir aslında. Babalar kahramandı gözümüzde bir zamanlar. Şimdiyse arabalar. Arabaların babalardan, değerli, öncelikli olduğu kurmaca, sanal bir dünya.
Babası X arabası gibi bir adam. Bu durumda BMW, Mercedes gibi pahalı araçlara sahip babalar, sanırım en üstün konumdadır, kral(!) mevkiindedir.
Ya “babacığın” arabası yoksa ya da eski model bir takası(!) varsa; canını dişine takıp da çalıştığı halde, evine ancak ekmek getirebiliyorsa, herhalde takoz kadar değeri bulunmayacaktır. Mühim değil, bize Toyota, Kia gibi adamlar, arabasıyla itibarlı, seçme sürücüler lâzımdır.
Hayat ancak, arabalarla, süslü püslü kat kat konutlarla, eşyayla yaşanmaya değerdir. Babalarsa, “çok özeli”(!), Avrupaîsi istenirse, nasılsa bir “Sperm Bankasından” ilânla, övüne gerine tedarik edilir. Can sıkmaya hiç gerek yok; sokak pazarlar, meydanlar potansiyel ana babalarla doludur. Baba dediğiniz nedir ki?
Reklâmlarda gene bir kız çocuğu, babasının arabasıyla, “özel şoförlüğüyle” övünerek okula gitmekte, caka satmaktadır.
Afacan, sevimli çocukların rol aldığı bir diğerinde ise, arabası olmak; eğitimden öğretimden, her şeyden elzem gelmekte; “araba”, sevgilisi kız(lar)ın da kalbini çalabileceği, egemenlik aracı bir nesne olarak yüceltilmektedir.
Biz vaktiyle, “kız gibi arabasına” halel gelmesin diye, üst kattan aşağı düşen komşusunun ölümüne göz yuman, komşuluk hakkını ve bu konudaki geleneksel algıyı yerle bir eden frensiz(!) reklamlar da gördük.
…
Aile kurumu gibi, babalık müessesinin yitiminin işaretlerini, göstergelerini izliyoruz biz toplumda. Kimi reklâmlar da masum gelmiyor o yüzden.
Böylece tüketime gittikçe daha fazla meyilli, materyalist, bilinçsiz nesiller yetiştiriyoruz. Hedeflerimiz, baş koyduğumuz yollar süratle değişiyor.
O yollarda sadece korna, hız sesi duyuluyor. Tekerlek izlerinin altında ne değerler çiğneniyor. İnsaniyetimiz, güzel hasletlerden, kalbimizin üzerinden vızır vızır taksiler geçiyor.
Jet gibi giden bir arabayla ömrümüz uçuyor. Cep telefonlarına, bilgisayarlara, arabalara muhaberatımız, müktesebatımız ve mukadderatımız sığışıyor. Uzak, derin hayaller, yüce idealler taşıt koltuklarında eriyor.
Dünyanın, “sürücü” koltuğunda bulunduğumuz bir vasıta olduğunu bir türlü hatırlamak istemiyoruz.
Yaptıklarımız, söylemlerimiz, süratimiz de bizi bir yere götürmüyor esasen. Fiyakalı bir araba, önümüzü yolumuzu tıkıyor. Bir çarpışmanın gürültüsü, feryatlar duyuluyor. Hayatımız kaza olmuş zaten.
Lüzumundan fazla kıymet yüklediğimiz bu nesneler tutunacak dal mıdır; günlük hayatımızı kolaylaştırmanın ötesinde önemleri nedir? Bunca yüklemeyi çeker mi, bilinmez.
Eşyayı; varlığımıza, insanlığımıza dayanak yapmak; bir nevi insanla eşleştirmek hatta insan ötesi bir itibar vermek, marazî bir tutum sayılmaz mı?
Toyota, Mercedes… o arabalar ruhumuzu da ezip geçiyor.
“Ölüm Polisi” düdük öttürüyor…
Yolda kalıyoruz, ömür bitiyor.
……..
Not: Yazar Umut Bulut kardeşime nazik daveti için teşekkür eder; Tuğba Doğan hanımefendiyle kuracağı yuvada, ömür boyu saadetler dilerim.
“Benim babam Toyota gibi adam!”
Mesajlar gözümüze sokuluyor:
Sen kimsin be adam! Araban(paran) kadar konuş!
Beğenilmek, sayılmak sevilmek istiyorsan para(lan) ve lütfen arabalan! Gayrisi yalan!
Fazilet susun, gönül sussun, şan şeref, onur susun; arabalar konuşsun.
Analık, babalık, insanlık adına nasıl da onur kırıcı bir vaziyettir aslında. Babalar kahramandı gözümüzde bir zamanlar. Şimdiyse arabalar. Arabaların babalardan, değerli, öncelikli olduğu kurmaca, sanal bir dünya.
Babası X arabası gibi bir adam. Bu durumda BMW, Mercedes gibi pahalı araçlara sahip babalar, sanırım en üstün konumdadır, kral(!) mevkiindedir.
Ya “babacığın” arabası yoksa ya da eski model bir takası(!) varsa; canını dişine takıp da çalıştığı halde, evine ancak ekmek getirebiliyorsa, herhalde takoz kadar değeri bulunmayacaktır. Mühim değil, bize Toyota, Kia gibi adamlar, arabasıyla itibarlı, seçme sürücüler lâzımdır.
Hayat ancak, arabalarla, süslü püslü kat kat konutlarla, eşyayla yaşanmaya değerdir. Babalarsa, “çok özeli”(!), Avrupaîsi istenirse, nasılsa bir “Sperm Bankasından” ilânla, övüne gerine tedarik edilir. Can sıkmaya hiç gerek yok; sokak pazarlar, meydanlar potansiyel ana babalarla doludur. Baba dediğiniz nedir ki?
Reklâmlarda gene bir kız çocuğu, babasının arabasıyla, “özel şoförlüğüyle” övünerek okula gitmekte, caka satmaktadır.
Afacan, sevimli çocukların rol aldığı bir diğerinde ise, arabası olmak; eğitimden öğretimden, her şeyden elzem gelmekte; “araba”, sevgilisi kız(lar)ın da kalbini çalabileceği, egemenlik aracı bir nesne olarak yüceltilmektedir.
Biz vaktiyle, “kız gibi arabasına” halel gelmesin diye, üst kattan aşağı düşen komşusunun ölümüne göz yuman, komşuluk hakkını ve bu konudaki geleneksel algıyı yerle bir eden frensiz(!) reklamlar da gördük.
…
Aile kurumu gibi, babalık müessesinin yitiminin işaretlerini, göstergelerini izliyoruz biz toplumda. Kimi reklâmlar da masum gelmiyor o yüzden.
Böylece tüketime gittikçe daha fazla meyilli, materyalist, bilinçsiz nesiller yetiştiriyoruz. Hedeflerimiz, baş koyduğumuz yollar süratle değişiyor.
O yollarda sadece korna, hız sesi duyuluyor. Tekerlek izlerinin altında ne değerler çiğneniyor. İnsaniyetimiz, güzel hasletlerden, kalbimizin üzerinden vızır vızır taksiler geçiyor.
Jet gibi giden bir arabayla ömrümüz uçuyor. Cep telefonlarına, bilgisayarlara, arabalara muhaberatımız, müktesebatımız ve mukadderatımız sığışıyor. Uzak, derin hayaller, yüce idealler taşıt koltuklarında eriyor.
Dünyanın, “sürücü” koltuğunda bulunduğumuz bir vasıta olduğunu bir türlü hatırlamak istemiyoruz.
Yaptıklarımız, söylemlerimiz, süratimiz de bizi bir yere götürmüyor esasen. Fiyakalı bir araba, önümüzü yolumuzu tıkıyor. Bir çarpışmanın gürültüsü, feryatlar duyuluyor. Hayatımız kaza olmuş zaten.
Lüzumundan fazla kıymet yüklediğimiz bu nesneler tutunacak dal mıdır; günlük hayatımızı kolaylaştırmanın ötesinde önemleri nedir? Bunca yüklemeyi çeker mi, bilinmez.
Eşyayı; varlığımıza, insanlığımıza dayanak yapmak; bir nevi insanla eşleştirmek hatta insan ötesi bir itibar vermek, marazî bir tutum sayılmaz mı?
Toyota, Mercedes… o arabalar ruhumuzu da ezip geçiyor.
“Ölüm Polisi” düdük öttürüyor…
Yolda kalıyoruz, ömür bitiyor.
……..
Not: Yazar Umut Bulut kardeşime nazik daveti için teşekkür eder; Tuğba Doğan hanımefendiyle kuracağı yuvada, ömür boyu saadetler dilerim.