Antlaşmadan Antlaşmaya Zikzakları Biliyor muyduk?

Ahmet Güldağ
Devletlerarası anlaşmalar, yıllar önce bu gün gibi hemen halkoyuna duyurulma imkânlarının oluş(turul)madığını ve başarıda sağlandığını müşahede etmekteyiz.
Yaşamım içinde geçen ve belleğimin kaydettiği 2. Dünya Savaşı’nda ki oluşumları açıklıkla bilebilenlerden olarak…
Âcizane o günlerde ki müşahedelerim ile yeni araştırmalarımda karşılaştırdığım oluşumları sizlere sunmak isterim.
Bu hususta yıllardır yazdığım pek çok yazılarımda tarihimizin maalesef değişim kuralları içinde gerek resmi gerekse kamuoyunun bilgisine sunulmalarında…
Oluşumların hakikatlerinden ayrılarak ve bilhassa geçen gün Konya Aydınlar Derneği sohbetinde konuşan Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın vurguladığı gibi.
Farsça, Arapça ve Osmanlıcayı tam bilmeyenlerin tarih yazdım derken ya kendi yada kendilerine yapılan telkinle oluşum neticesi asıl değil ideoloji içine girip değişimde bulunmaları ile Mustafa Kemal Paşa’nın deyimlerini değiştirme yanında…
Tarihi bile değiştirdikleri, pek çok deyimleri Atatürk’e atfetmeleri ile maalesef doğrulara gitmemekte.
Önemli örnek olarak, Sayın Prof. Dr. Kafalı’nın belirttiği gibi, Mustafa Kemal Paşa nutkunun yayınladığı ilk Osmanlıca baskılarında (ki bendenizde de mevcut) “İstiklâl mücadelesinin halk tarafından kurulan cemiyetlerce başlatıldığı ve sonra kendine vazife verildiğini” belirtmesine rağmen.
“Mustafa Kemal Paşa Padişaha karşı düşünüp geceleyin atladığı bandırma vapuru ile Samsun’a çıkması” şeklinde yanıtlanılması yine Sayın Kafalı’nın “hadi be oradan” dediği gibi yanlış tarih verimi olmakta.
Bunu iki yıl önce, nutuktaki söylemleri ve diğer oluşumları ortaya koyarak genişçe yazmıştım köşemde.
İşte Önceki “Tarihimizde ki Oluşumların Hakikati Bilinmeli” konulu iki yazımda da belirttiğim gibi CHP Atatürk devresinin bitirildiği Milli Şef devresinin başlamasıyla ilk devredeki “Yurtta sulh cihanda sulh” deyimine halel getirildiğini görmüş olmaktayız.
***
Atatürk devresine atıf yaparak kendilerini zeytinyağı gibi üste çıkaranların, yazımı okuyan dostun telefonda “Kim demiş babasız bırakmadı diye. Öyleyse camiler buğday deposu olurken milleti karne ile ekmek yedirirken kefen için kaput bile bulunamaması neyin nesi idi…” demesi hiçte yabana atılamaz.
Nitekim bizlerin yaşamı günlerinde başlayan 2. Dünya Savaşı’nda Almanya ile dost ve müttefik olduğumuz vurgulanmıştı da son günlerde harp ilan edilmişti Almanlara.
Meğer hiçte öyle değilmiş. Geçen yazımda sunduğum üçlü ittifak antlaşmasının getirdiği sorunlar sonrası yapılan antlaşmalara bakalım.
(https://www.merhabahaber.com/koseyazisi.php?id=4238)
***
Zamanın Dış İşleri Bakanı Saraçoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi’ne anlaşma ile ilgili olarak "Türkiye'nin bütün nüfuzunu Batı ülkeleri hizmetine verildiğini" söylemesi CHP elitlerince bağımsızdık nakaratlarını yalana çıkarmış olmuyor mu?
Nitekim bu "Üçlü İttifak Antlaşması"na ilk tepki Almanya'dan geliverdi. Müttefikimiz (!) denilen Almanya Führer’i Hitler, Türkiye'yi "İkinci derecede işgal edilecek ülkeler" grubuna sıralayıverdi
Bununla da kalmadı. Atatürk’ün amacı olan Türkiye’nin tarafsızlık politikasından uzaklaşmasına sebebiyet veren bu antlaşmaya Balkan Devletleri ve Rusya’dan da sert tepki geldi.
Bu durumda Rusya ve Balkanlar için Türkiye, "Tehdit" oluşturan iki ülke haline gelivermişti. Nitekim bu antlaşma Türkiye’yi batağa sürüklüyordu.
10 Haziran 1940'da İtalya Fransa'ya savaş ilan edince, İngiltere İttifak Antlaşması'nın 2. maddesi gereğince bizden İtalya'ya savaş ilan etmemizi istedi.
28 Ekim 1940'da İtalya Yunanistan'a saldırınca, bu seferde İngiltere, 9 Şubat 1933'de Türkiye ile Yunanistan'ın yapmış olduğu dostluk antlaşmasını hatırlatarak Türkiye'nin savaşa girmesini bir defa daha ileri sürdü.
Türkiye bu bunalımda iken Almanya, Belçika ve Hollanda’yı vurup Fransızların meşhur “Majino” hattı üstünden beş gün içerisinde Fransa’yı işgal edip savaş edemez hale gelince Fransa üçlü ittifakın dışında kalıverdi.
 Hükümet bu durumda tarafsız kalabileceğini ileri sürerek, üçlü İttifak Antlaşması'ndan kurtulmak isteme yoluna gitse de. İngiltere bu talebi görüşmeye bile yanaşmadı..
Almanya'nın Avrupa üzerindeki savaş başarıları üzerine Türkiye’nin Almanya ile dostluk ittifakı yapmasını zorlamış oldu.
Nitekim 18 Haziran 1941'de Türk-Alman Saldırmazlık Paktı'nı imzaladı.
Bu hareketle Türkiye, birbirleri ile savaşan İngiltere ve Almanya'nın aynı anda dostu oluşumu dünya siyasetinde kendini komik bir duruma sokuverdi.
Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması'ndan dört gün sonra Almanya Sovyetler Birliği'ne saldırınca devletlerin düşman-dost ilişkileri daha da karışıverdi.
Alman – Rusya Dostluğu bitmişti ama bu sefer İngiltere ve Sovyetler Birliği dost olmuştu.
Bu durum daha evvelce zaten “Güvenilmez Komşu” bilinen Türkiye. Alman saldırmazlık Paktı ile daha da “Öncelikli düşman” oluşumunu meydana getirmişti.
Atatürk tarafından çizilen dış politikanın terk edilmesi oluşumu olan üçlü ittifak 20 yıl önce İstiklâl mücadelesinde yenilen emperyalist devletlerin Türkiye'yi yok etme kararlılığına açıkça çanak tutmuş hale gelmişti.
Böylece savaşarak kazanılan ulusal bağımsızlığı koruma ve buna bağlı olarak toplumsal kalkınmayı kendi özgücüne dayanarak gerçekleştirme yolu ki uçak sanayi vb. gibi ileri adımların terk edilmesiyle kalınmayıp. Türkiye'nin sorunlarına başkalarının karışmasına da izin verilmiş niteliğine girilmişti....
***
İnönü Milli Şef olunca her şeyi kendisi belirliyordu. Basın bile antlaşmaları yazamazı bırakın hükümeti tenkit edebilme imkanları yoktu ortada.
Resmi daire ve okullardan Atatürk resimleri kaldırılıyor para üzerlerine bile İnönü resimleri basılıyordu.
Halk oyunun DP tarafından yapıldı bildiği girişim, antlaşma vb.ler bakın ne zamanlar oluşmuştu?
14 Şubat 1947'de Dünya Bankası'na girildi. 11 Mart 1947'de IMF'ye katılındı. 22 Nisan 1947'de Truman Doktrini kabul edildi. 4 Temmuz 1948'de Marshall Yardım Planı kabul edildi.
Kamuoyuna, Türkiye’nin 15 Şubat 1952'de NATO'ya giriş başvurusunun DP tarafından yapıldığı kanaati yerleştirilmiştir ama aslı ise…
4 Mayıs 1950'de İnönü devresinde yapılmıştır. Sadece 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen DP NATO'ya giriş “şerefini” dolayısı ile yaşamıştır.
Hele şu Marshall yardım lafı! Bendenizin karayollarında gördüğü gibi, yol makineleri bildiğimiz şekilde hibe değil.
Yardım borçlanması ile harp artıkları makinelerin bize ödettirilerek verilmesi yanında.
Yıllarca yedek parça bedellerinin ödenmesiyle. Devletin büyük borçlara sokulması olanağı olmakta idi.
Evet, işte CHP’nin İnönü devri böylece Atatürk devrinden ayrı bir devrim içinde geçti.
O zamandan bu yana doğrudan iktidar olamayan CHP bu dönemin acılarını çekmekte ve halkoyu ile barışamamış görünümünde.
İnşallah yeni bir dönem yapar ve halkoyu ile kucaklaşma yoluna giderek barışırlar.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.