Güncel olaylar yazı serisi
Yazılarımda “uydurma gündemleri” ele almayı pek uygun bulmam. Onun yerine “okuyucularıma nasıl faydalı olurum” sorusuna cevap vermeye çalışırım. Ancak bu sefer ortaya çıkan gündem hakkında, okuyucularımın da bilgisi olması gerektiğine inandığım için “Anayasa değişikliği” konusunu işlemeye karar verdim.
Önce Anayasa’nın bir millet üzerinde ki tesirini inceleyelim.
Anayasa (eski adıyla Kanuni esasi) milletle devlet arasında bir sözleşme niteliği taşımaktadır. Yasama (TBMM) tarafından çıkarılacak bütün kanunların esası olan Anayasa nasıl şekillenirse daha sonra ona bağlı çıkacak olan yasalar da onun şeklini alacaklardır.
Anayasa mahkemesinin görevi, çıkarılan kanunların Anayasaya uygunluğunu kontrol etmek ve eğer meclisten çıkartılan kanunlar Anayasaya uygunsa yapılan müracaatı reddetmek, eğer uygun değilse kanunun iptali yoluna gidilmektir.
Devlet ise milletin kendini idare etmesini istediği insanların başta hükümet olmak üzere organize olması, bu insanların belli sorumluluklar yüklenmesi ve belli yetkilere sahip olmalarının adıdır.
Ancak devlet bu tanımıyla bile büyük bir güce sahip bulunmaktadır. Örneğin milletin bir ferdi, gücü 2,5 voltluk bir pil cereyanı olarak tanımlanırken, devletin gücü 250 KVA’ya sahip bir yüksek gerilim hattının gücüne benzetebiliriz.
Atalarımız, devleti bir deveye benzeterek, insanla devenin tekmeleme oyununu oynaması halini düşünerek “Deveyle, tekme oynanmaz” diyerek tanımlamışlardır.
ANAYASA KAVRAMININ YERİ
İstediği kanunları çıkarabilen, polis ve jandarma gücünü gerekirse bütün askeri birlikleri de kullanabilen, mahkemeleri, ceza evleri, eğitim ve öğretimde bütün okulları, millete yön verebilecek televizyon ve gazeteleri, paraya yön verecek finans kurumlarını ve bankaları daha birçok kurum ve kurumları kullanabilen bir güçle bütün saydığımız kurumlar karşısında aciz durumda bulunan bir insanı birbiri ile adilane bir şekilde kaynaştırmanın adıdır, Anayasa.
Anayasalar, güçlü olan devlete karşı vatandaşın haklarını korumak maksadıyla yapılırlar. Yoksa devleti vatandaştan korumak üzere bir anayasa yapılamaz. Vatandaşın gücü nedir ki de devlete zarar verebilsin, diye yaklaşılır konuya…
O, çok imrendiğimiz Batı ülkeleri Anayasaları bu mantıkla hazırlanmış ve bu mantıkla yürürlüğe girmişlerdir. Batılı Anayasaların hazırlanması esnasında ki düşünce tarzı, “Aman, Devlet fil’i vatandaş karıncasını ezmesin” şeklindedir.
Bizde ise bu mantık tamamen ters çalışmakta jakoben (tepeden inmeci) ve baskıcı bir anlayış her zaman Anayasaların hazırlanmasında hep önde olmuştur. Bizim Anayasaları hazırlatanlar ve Anayasa hazırlayanlar hep, “Aman, vatandaş karıncası, devlet filine zarar vermesin” diye düşünerek hazırlamışlardır.
Ne kadar övülürse övülsün, ne kadar güzel denirse densin baştan beri hazırlana Anayasalar hep bu mantıkla hazırlanmışlardır. Onun içindir ki yürürlükte ki Anayasaların ilgili hükümleri esas alınarak ülkemizde normal mahkemelerin yanı sıra bir “İstiklal mahkemeleri” kurulabilmekte, onun içindir ki “DGM – Devlet Güvenlik Mahkemeleri” uzun zaman icra-i faaliyet yapabilmektedirler.
1924 Anayasasından sonra yürürlüğe giren 1961 ve 1982 Anayasalarında temel ortak anlayış hep bu “Aman… Devleti vatandaşın zarar vermesinden koruyalım” anlayışı olmuştur. Zira bunlar birer askeri darbenin sonunda hazırlanmış ve hiç çaresiz Anayasanın mantığı o şekilde şekillenmiştir.
ÖNCELİKLİ DEĞİŞMESİ GEREKENLER
Şimdi sormamız gereken şudur. Anayasalar temel (esas) kanunlardır. Diğer yasalar gibi ikide bir değiştirilemezler, değiştirilmemelidir. 1924 Anayasası yürürlükteyken neden 1961 Anayasası yapılmış ve eski Anayasa lağvedilirken (kaldırılırken) niçin yeni Anayasa yürürlüğe konmuştur?
Peki, 1961 Anayasası yürürlükteyken neden o lağvedilerek yerine 1982 Anayasası konmuştur. Kim veya kimler Anayasaları birere yaz – boz tahtasına çevirmişlerdir? Buna niçin lüzum hissetmişlerdir? Şimdi yine bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyayken neden 1982 Anayasası değiştirilmeye çalışılmaktadır?
Düşünce tarzımızı bir kademe daha ilerleterek yeni Anayasa değişikliği yapmak isteyenlere yani mecliste sandalyesi en fazla olan, hükümeti elinde bulunduran ve Anayasayı değiştirmek isteyen AKP’ye de şu önemli soruları sormak istiyorum.
“Anayasa değişikliği talebiyle ortaya çıktığınıza göre, hazırladığınız ve değiştirmek istediğiniz Anayasa da düşünce tarzınız, yani Anayasanın ruhunu da değişecek midir? Yani sizin hazırladığınız Anayasa taslağında; “fil’i mi korunacak, yoksa karınca mı?”
Hepimiz de biliyoruz ki AKP’li arkadaşlarımız, Anayasanın sadece birkaç maddesini değiştirmek istemekte ama tümünü değiştirmeye talip olmadıklarından bu soruma olumlu cevap alamamaktayım.
Bu yaptığınız yarım yamalak (5-10 maddesi değişen) bir Anayasa değişikliği ile “Ürküttüğünüz kurbağa, attığınız taşa değecek midir? Veya mademki bu kadar kurbağa ürkütecektiniz, niçin bunları ürkütmüşken Anayasayı yeniden ve tümünü değiştirmiyorsunuz?
Madem bir Anayasa değişikliği yapacaktınız ve 2002 seçimlerinde meclise ilk defa girdiğinizde (o zaman meclisin yüzde 60 koltuğuna sahiptiniz), akabinde (ilk altı ay içinde) niçin bu değişikliği yapmaya kalkmadınız? O zaman Anayasanın değiştirilmesine ait bilginiz mi yoktu, yoksa cesaretiniz mi… Amerika’da ki Yahudi lobisinden “Yüksek cesaret ödülü” aldığınıza göre demek ki cesaretiniz vardı. Peki, o zaman niçin bir değişiklik yapmanız için neyiniz eksikti?
Şimdiden söylemeliyim ki, bu şekilde bir Anayasa değişikliği, Referanduma da gitse eksik olacaktır. Bir müddet sonra tekrar Anayasa değişiklik talebiyle karşı karşıya kalacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Yazılarımda “uydurma gündemleri” ele almayı pek uygun bulmam. Onun yerine “okuyucularıma nasıl faydalı olurum” sorusuna cevap vermeye çalışırım. Ancak bu sefer ortaya çıkan gündem hakkında, okuyucularımın da bilgisi olması gerektiğine inandığım için “Anayasa değişikliği” konusunu işlemeye karar verdim.
Önce Anayasa’nın bir millet üzerinde ki tesirini inceleyelim.
Anayasa (eski adıyla Kanuni esasi) milletle devlet arasında bir sözleşme niteliği taşımaktadır. Yasama (TBMM) tarafından çıkarılacak bütün kanunların esası olan Anayasa nasıl şekillenirse daha sonra ona bağlı çıkacak olan yasalar da onun şeklini alacaklardır.
Anayasa mahkemesinin görevi, çıkarılan kanunların Anayasaya uygunluğunu kontrol etmek ve eğer meclisten çıkartılan kanunlar Anayasaya uygunsa yapılan müracaatı reddetmek, eğer uygun değilse kanunun iptali yoluna gidilmektir.
Devlet ise milletin kendini idare etmesini istediği insanların başta hükümet olmak üzere organize olması, bu insanların belli sorumluluklar yüklenmesi ve belli yetkilere sahip olmalarının adıdır.
Ancak devlet bu tanımıyla bile büyük bir güce sahip bulunmaktadır. Örneğin milletin bir ferdi, gücü 2,5 voltluk bir pil cereyanı olarak tanımlanırken, devletin gücü 250 KVA’ya sahip bir yüksek gerilim hattının gücüne benzetebiliriz.
Atalarımız, devleti bir deveye benzeterek, insanla devenin tekmeleme oyununu oynaması halini düşünerek “Deveyle, tekme oynanmaz” diyerek tanımlamışlardır.
ANAYASA KAVRAMININ YERİ
İstediği kanunları çıkarabilen, polis ve jandarma gücünü gerekirse bütün askeri birlikleri de kullanabilen, mahkemeleri, ceza evleri, eğitim ve öğretimde bütün okulları, millete yön verebilecek televizyon ve gazeteleri, paraya yön verecek finans kurumlarını ve bankaları daha birçok kurum ve kurumları kullanabilen bir güçle bütün saydığımız kurumlar karşısında aciz durumda bulunan bir insanı birbiri ile adilane bir şekilde kaynaştırmanın adıdır, Anayasa.
Anayasalar, güçlü olan devlete karşı vatandaşın haklarını korumak maksadıyla yapılırlar. Yoksa devleti vatandaştan korumak üzere bir anayasa yapılamaz. Vatandaşın gücü nedir ki de devlete zarar verebilsin, diye yaklaşılır konuya…
O, çok imrendiğimiz Batı ülkeleri Anayasaları bu mantıkla hazırlanmış ve bu mantıkla yürürlüğe girmişlerdir. Batılı Anayasaların hazırlanması esnasında ki düşünce tarzı, “Aman, Devlet fil’i vatandaş karıncasını ezmesin” şeklindedir.
Bizde ise bu mantık tamamen ters çalışmakta jakoben (tepeden inmeci) ve baskıcı bir anlayış her zaman Anayasaların hazırlanmasında hep önde olmuştur. Bizim Anayasaları hazırlatanlar ve Anayasa hazırlayanlar hep, “Aman, vatandaş karıncası, devlet filine zarar vermesin” diye düşünerek hazırlamışlardır.
Ne kadar övülürse övülsün, ne kadar güzel denirse densin baştan beri hazırlana Anayasalar hep bu mantıkla hazırlanmışlardır. Onun içindir ki yürürlükte ki Anayasaların ilgili hükümleri esas alınarak ülkemizde normal mahkemelerin yanı sıra bir “İstiklal mahkemeleri” kurulabilmekte, onun içindir ki “DGM – Devlet Güvenlik Mahkemeleri” uzun zaman icra-i faaliyet yapabilmektedirler.
1924 Anayasasından sonra yürürlüğe giren 1961 ve 1982 Anayasalarında temel ortak anlayış hep bu “Aman… Devleti vatandaşın zarar vermesinden koruyalım” anlayışı olmuştur. Zira bunlar birer askeri darbenin sonunda hazırlanmış ve hiç çaresiz Anayasanın mantığı o şekilde şekillenmiştir.
ÖNCELİKLİ DEĞİŞMESİ GEREKENLER
Şimdi sormamız gereken şudur. Anayasalar temel (esas) kanunlardır. Diğer yasalar gibi ikide bir değiştirilemezler, değiştirilmemelidir. 1924 Anayasası yürürlükteyken neden 1961 Anayasası yapılmış ve eski Anayasa lağvedilirken (kaldırılırken) niçin yeni Anayasa yürürlüğe konmuştur?
Peki, 1961 Anayasası yürürlükteyken neden o lağvedilerek yerine 1982 Anayasası konmuştur. Kim veya kimler Anayasaları birere yaz – boz tahtasına çevirmişlerdir? Buna niçin lüzum hissetmişlerdir? Şimdi yine bir Anayasa değişikliği ile karşı karşıyayken neden 1982 Anayasası değiştirilmeye çalışılmaktadır?
Düşünce tarzımızı bir kademe daha ilerleterek yeni Anayasa değişikliği yapmak isteyenlere yani mecliste sandalyesi en fazla olan, hükümeti elinde bulunduran ve Anayasayı değiştirmek isteyen AKP’ye de şu önemli soruları sormak istiyorum.
“Anayasa değişikliği talebiyle ortaya çıktığınıza göre, hazırladığınız ve değiştirmek istediğiniz Anayasa da düşünce tarzınız, yani Anayasanın ruhunu da değişecek midir? Yani sizin hazırladığınız Anayasa taslağında; “fil’i mi korunacak, yoksa karınca mı?”
Hepimiz de biliyoruz ki AKP’li arkadaşlarımız, Anayasanın sadece birkaç maddesini değiştirmek istemekte ama tümünü değiştirmeye talip olmadıklarından bu soruma olumlu cevap alamamaktayım.
Bu yaptığınız yarım yamalak (5-10 maddesi değişen) bir Anayasa değişikliği ile “Ürküttüğünüz kurbağa, attığınız taşa değecek midir? Veya mademki bu kadar kurbağa ürkütecektiniz, niçin bunları ürkütmüşken Anayasayı yeniden ve tümünü değiştirmiyorsunuz?
Madem bir Anayasa değişikliği yapacaktınız ve 2002 seçimlerinde meclise ilk defa girdiğinizde (o zaman meclisin yüzde 60 koltuğuna sahiptiniz), akabinde (ilk altı ay içinde) niçin bu değişikliği yapmaya kalkmadınız? O zaman Anayasanın değiştirilmesine ait bilginiz mi yoktu, yoksa cesaretiniz mi… Amerika’da ki Yahudi lobisinden “Yüksek cesaret ödülü” aldığınıza göre demek ki cesaretiniz vardı. Peki, o zaman niçin bir değişiklik yapmanız için neyiniz eksikti?
Şimdiden söylemeliyim ki, bu şekilde bir Anayasa değişikliği, Referanduma da gitse eksik olacaktır. Bir müddet sonra tekrar Anayasa değişiklik talebiyle karşı karşıya kalacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır.