Güncel olaylar yazı serisi
Anayasa değişikliğini konuştuğumuz bu günlerde, yasaların esası olan Anayasa’da bir inceliğin daha altını çizmemizde fayda olacaktır. O da bu Anayasa, kendine bağlı çıkartılacak olan yasaların hukuka mı yoksa adalete mi ağırlık vermesi gerektiğidir.
Toplumumuzda hukukla adaletin biri birinin eş anlamlı iki kelime olarak anlaşılmaktadır. Aslında bunun böyle de olması beklenir. Fakat dünya ölçeğine göre hiçbir zaman bu iki kelime ve bunların ihtiva ettiği (içerdiği) mana birbirine eş olmamaktadır.
Adalet; eğer insan varsa ve insanlar arasında hakkın ve haklının bulunması, haksızlıkların ortadan kaldırılması dünya kurulalı beri değişmeyen ve kıyamete kadar da değişmeyecek olan ölçüler manzumesi olması gerektiği açıktır.
Dün yanındakinin ensesine bir tokat vuran hangi cezayı almışsa, bu gün aynı hareketin cezası da aynı olması gerekir. Aynı suça dün başka bu gün başka ceza vermek şu soruyu akla getirmektedir. “Acaba, dün mü adaletle davranılmıştı yoksa bu gün mü, davranılıyor?” Hâlbuki adil bir ortam da bu sorunun yeri olmamalıdır.
Adaletin tecellisi için konmuş kural ve kaidelere “hukuk” denmektedir ve genellikle bunlar yazılı hale getirilmektedirler. Yasama yetkisine sahip kurullar, bir konuda her hafta, her ay, her yıl veya belli zamanlarda o konu için konmuş bulunan hukuk kurallarını değiştiriyorlarsa bu yapıya “o ülkede hukuk yapısal olarak vardır” denilebilir. Ama adaletin sağlanıp sağlanamadığı her zaman tartışılacaktır.
İNSAN VE İNANÇ HAKKINA TAHDİT
Yaratıcının bütün insanlara verdiği ve adına “insan hakları” denen hakları, insanların hiçbir baskı ve tahdide (sınırlamaya) ortam vermeden yaşamaları adaletin gereğidir. Bu haklar; yaşama hakkı, mal edinme hakkı, inanç ve fikir hürriyeti, neslini devam ettirme hakkı, aklın korunması hakkı, çalışma hakkı gibi haklardır. Bu haklar kısıtlandığı zaman oradan adalet kalkar ve artık yapılan işin adı zulüm olur. İsterse bunlar yazılı hukuk kurulları haline getirilmiş olsunlar.
Fikir ve inanç hürriyeti, düşünebilmenin ve insan olmanın en tabii sonucudur. Bir insan düşünerek kendisi için uygun inancı bulur ve buna inanarak onun esaslarını hayatına tatbik etmeye (uygulamaya) başlar. Bu uygulamayı hiçbir hukuk kısıtlayamaz. Eğer kısıtlarsa o hukukun adı ne olursa olsun artık o “zulüm” çarkları haline gelmiş olur.
Fikir ve inanç hürriyetinin birbirinden ayrılmaz 5 esası vardır ve “ben inanıyorum” diyen bir insan bu beş esası da serbestçe yaşama hakkına sahiptir. Bunlar; İstediği gibi inanmak – İnandığı gibi yaşamak – İnancının tebliğ ve tanıtımını yapmak – İnancına ait eğitim çalışmaları yapmak – İnancına ait teşkilatlar kurmaktır.
Hangi ülke olursa olsun ve hangi hukuk normları geçerli olursa olsun bu haklarını kullanmak isteyenlere kesinlikle engel ve tahditler konamaz, yasaklar getirilemez.
“Getirilirse ne olur” denecek olursa, bunu yapanların hak ve adalet kavramlarını bilmedikleri veya inanan üzerinde baskıcı bir sistem kurmakta oldukları anlaşılır.
Haklarını talep eden insanlar bir müddet sonra bu hakları mutlaka alırlar ama baskıcılar tarih önünde her zaman kötülükle anılırlar. “Dünya dönüyor” diyen Galile’yi idam eden yargıçların bu gün yaptıkları yanlışın farkına varmışlardır ama bu haksızlığı yapanlar artık hiçbir zaman hayırla anılmayacaklardır.
ANAYASA DEĞİŞTİRİLMELİDİR
Anayasa değişikliğinde üzerinde durulması gereken genel esasları ifade ettikten sonra “Anayasa değişikliği” hakkında ki görüşlerimi de açık ve net olarak şu şekilde ifade etmeliyim.
Mevcut, 1982 Anayasası mutlaka değiştirilmelidir.
Çünkü bu günkü Anayasa, bir darbe Anayasasıdır. Demokratikleşmenin önünde engeldir. Türkiye gibi bir ülkeye uygun değildir.
Mevcut Anayasa, “Resmi ideoloji” Anayasasıdır. Demokrasiye, evrensel insan haklarına, insanımızın kimliğine ve kültürüne terstir.
Yapılmak istenen şey Anayasa tadilatı (değişikliği) olmamalı, Anayasa baştan sona yeniden hazırlanmalıdır.
Yeni Anayasa, “Evrensel insan hakları ve hürriyetleri” Türkiye’nin kimliği ve kültürü, adil hukukun üstünlüğü prensipleri üzerine oturtulmalıdır.
Yeni Anayasada, askeri darbelerin ve maceraların yolu kesin olarak kapatılmalı, hiç kimsenin “darbe yapabilirim” düşüncesine kapılmasına fırsat verilmemelidir.
Yeni Anayasada, Batı ülkelerinde görülen mutlak din, inanç, vicdan, insanın inandığı gibi yaşamasına ait hürriyetler getirilmeli ve bu haklar güvence altına alınmalıdır.
Yeni Anayasada vatandaşların büyük çoğunluğunu oluşturan (% 95) Müslümanların özelikle devletin kurumları tarafından engellenmeleri, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeleri önlenmelidir.
Hırsızlık, soygunculuk, hortumculuk, ırza tecavüz gibi yüz kızartıcı suçlar işleyen kim olursa olsun (Milletvekilleri dâhil) dokunulmazlıkları kaldırılarak yargılanmalıdırlar.
21. Asra girdiğimiz bu yıllarda artık çağdışı bir uygulama olan dil, yazı, kılık kıyafeti engelleme ve davranışları yasaklanmalıdır.
Anti demokratik baskılar ve tabular, yeni Anayasada yer almamalıdır.
Yeni Anayasa; yargı, ordu, üniversite, medya, büyük finans kuruluşu, eğitim gibi temel kuruluşlardaki tekelciliğe, ayırımcılığa son vermelidir.
Anayasa değiştirme çabalarının hızla sürdüğü bu günlerde, yeni Anayasada yukarıda belirttiğimiz görüşlere yer verilmesi halinde vatandaşımız kendisini, ülkesinde yabancı gibi hissetmeyecek ve onun mutlu ve mes’ut olmasını sağlayacaktır.
Anayasa değişikliğini konuştuğumuz bu günlerde, yasaların esası olan Anayasa’da bir inceliğin daha altını çizmemizde fayda olacaktır. O da bu Anayasa, kendine bağlı çıkartılacak olan yasaların hukuka mı yoksa adalete mi ağırlık vermesi gerektiğidir.
Toplumumuzda hukukla adaletin biri birinin eş anlamlı iki kelime olarak anlaşılmaktadır. Aslında bunun böyle de olması beklenir. Fakat dünya ölçeğine göre hiçbir zaman bu iki kelime ve bunların ihtiva ettiği (içerdiği) mana birbirine eş olmamaktadır.
Adalet; eğer insan varsa ve insanlar arasında hakkın ve haklının bulunması, haksızlıkların ortadan kaldırılması dünya kurulalı beri değişmeyen ve kıyamete kadar da değişmeyecek olan ölçüler manzumesi olması gerektiği açıktır.
Dün yanındakinin ensesine bir tokat vuran hangi cezayı almışsa, bu gün aynı hareketin cezası da aynı olması gerekir. Aynı suça dün başka bu gün başka ceza vermek şu soruyu akla getirmektedir. “Acaba, dün mü adaletle davranılmıştı yoksa bu gün mü, davranılıyor?” Hâlbuki adil bir ortam da bu sorunun yeri olmamalıdır.
Adaletin tecellisi için konmuş kural ve kaidelere “hukuk” denmektedir ve genellikle bunlar yazılı hale getirilmektedirler. Yasama yetkisine sahip kurullar, bir konuda her hafta, her ay, her yıl veya belli zamanlarda o konu için konmuş bulunan hukuk kurallarını değiştiriyorlarsa bu yapıya “o ülkede hukuk yapısal olarak vardır” denilebilir. Ama adaletin sağlanıp sağlanamadığı her zaman tartışılacaktır.
İNSAN VE İNANÇ HAKKINA TAHDİT
Yaratıcının bütün insanlara verdiği ve adına “insan hakları” denen hakları, insanların hiçbir baskı ve tahdide (sınırlamaya) ortam vermeden yaşamaları adaletin gereğidir. Bu haklar; yaşama hakkı, mal edinme hakkı, inanç ve fikir hürriyeti, neslini devam ettirme hakkı, aklın korunması hakkı, çalışma hakkı gibi haklardır. Bu haklar kısıtlandığı zaman oradan adalet kalkar ve artık yapılan işin adı zulüm olur. İsterse bunlar yazılı hukuk kurulları haline getirilmiş olsunlar.
Fikir ve inanç hürriyeti, düşünebilmenin ve insan olmanın en tabii sonucudur. Bir insan düşünerek kendisi için uygun inancı bulur ve buna inanarak onun esaslarını hayatına tatbik etmeye (uygulamaya) başlar. Bu uygulamayı hiçbir hukuk kısıtlayamaz. Eğer kısıtlarsa o hukukun adı ne olursa olsun artık o “zulüm” çarkları haline gelmiş olur.
Fikir ve inanç hürriyetinin birbirinden ayrılmaz 5 esası vardır ve “ben inanıyorum” diyen bir insan bu beş esası da serbestçe yaşama hakkına sahiptir. Bunlar; İstediği gibi inanmak – İnandığı gibi yaşamak – İnancının tebliğ ve tanıtımını yapmak – İnancına ait eğitim çalışmaları yapmak – İnancına ait teşkilatlar kurmaktır.
Hangi ülke olursa olsun ve hangi hukuk normları geçerli olursa olsun bu haklarını kullanmak isteyenlere kesinlikle engel ve tahditler konamaz, yasaklar getirilemez.
“Getirilirse ne olur” denecek olursa, bunu yapanların hak ve adalet kavramlarını bilmedikleri veya inanan üzerinde baskıcı bir sistem kurmakta oldukları anlaşılır.
Haklarını talep eden insanlar bir müddet sonra bu hakları mutlaka alırlar ama baskıcılar tarih önünde her zaman kötülükle anılırlar. “Dünya dönüyor” diyen Galile’yi idam eden yargıçların bu gün yaptıkları yanlışın farkına varmışlardır ama bu haksızlığı yapanlar artık hiçbir zaman hayırla anılmayacaklardır.
ANAYASA DEĞİŞTİRİLMELİDİR
Anayasa değişikliğinde üzerinde durulması gereken genel esasları ifade ettikten sonra “Anayasa değişikliği” hakkında ki görüşlerimi de açık ve net olarak şu şekilde ifade etmeliyim.
Mevcut, 1982 Anayasası mutlaka değiştirilmelidir.
Çünkü bu günkü Anayasa, bir darbe Anayasasıdır. Demokratikleşmenin önünde engeldir. Türkiye gibi bir ülkeye uygun değildir.
Mevcut Anayasa, “Resmi ideoloji” Anayasasıdır. Demokrasiye, evrensel insan haklarına, insanımızın kimliğine ve kültürüne terstir.
Yapılmak istenen şey Anayasa tadilatı (değişikliği) olmamalı, Anayasa baştan sona yeniden hazırlanmalıdır.
Yeni Anayasa, “Evrensel insan hakları ve hürriyetleri” Türkiye’nin kimliği ve kültürü, adil hukukun üstünlüğü prensipleri üzerine oturtulmalıdır.
Yeni Anayasada, askeri darbelerin ve maceraların yolu kesin olarak kapatılmalı, hiç kimsenin “darbe yapabilirim” düşüncesine kapılmasına fırsat verilmemelidir.
Yeni Anayasada, Batı ülkelerinde görülen mutlak din, inanç, vicdan, insanın inandığı gibi yaşamasına ait hürriyetler getirilmeli ve bu haklar güvence altına alınmalıdır.
Yeni Anayasada vatandaşların büyük çoğunluğunu oluşturan (% 95) Müslümanların özelikle devletin kurumları tarafından engellenmeleri, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeleri önlenmelidir.
Hırsızlık, soygunculuk, hortumculuk, ırza tecavüz gibi yüz kızartıcı suçlar işleyen kim olursa olsun (Milletvekilleri dâhil) dokunulmazlıkları kaldırılarak yargılanmalıdırlar.
21. Asra girdiğimiz bu yıllarda artık çağdışı bir uygulama olan dil, yazı, kılık kıyafeti engelleme ve davranışları yasaklanmalıdır.
Anti demokratik baskılar ve tabular, yeni Anayasada yer almamalıdır.
Yeni Anayasa; yargı, ordu, üniversite, medya, büyük finans kuruluşu, eğitim gibi temel kuruluşlardaki tekelciliğe, ayırımcılığa son vermelidir.
Anayasa değiştirme çabalarının hızla sürdüğü bu günlerde, yeni Anayasada yukarıda belirttiğimiz görüşlere yer verilmesi halinde vatandaşımız kendisini, ülkesinde yabancı gibi hissetmeyecek ve onun mutlu ve mes’ut olmasını sağlayacaktır.