İnsan bir şehri sevmeye nereden başlar?
Ya da o şehri sevdiğini nasıl anlar?
**
Öyle bir şehir düşünün ki; geçmişi asırlar öncesine dayanan, her köşesinde tarih barındıran, sokaklarında yürürken huzurlu hissettiren; medreseleri, külliyeleri, anıtları, sarayları, camileriyle göz kamaştıran; yollarından, kaldırımlarından; adını duyduğumuzda saygıyla yad edip hüzünlendiğimiz nice alimlerin, sultanların yürüdüğü, “ Ne olursan ol, gel! “ diyen bir şehir düşünün…
**
Konya…
Varoluşu, başlangıcı geçmişin derinliklerinde bulunan, fazileti kalplere ilham edilerek kurulan, Selçuklu Devleti’ nin gözbebeği, hoşgörü ve medeniyet ocağı; kadim başkent Konya…
**
Şehirlerin anası, tarihin mihenk taşı, havasında bereket kokusu olan bu şehirde her şey yerli yerindedir. Sanki canlı cansız bütün varlıklar, bu şehirde olmanın mutluluğu ile tebessüm ederler. Tarihi meydanlar, hanlar, saraylar, mescitler, türbeler, kütüphaneler; insana geçmişe yolculuk yapma şansı verir adeta.
**
Dünyanın en büyük döner kavşağı olma özelliğini taşıyan Alaeddin Tepesi bütün ihtişamı ile karşılar insanı…
**
Ağırbaşlı, vakarlı duruşuyla sarıp sarmalar Mevlana Müzesi tüm kaybolmuşları…
Yüzyıllar öncesinde inşa edilmiş Karatay Müzesi, İnce Minare Müzesi, Sırçalı Mezar Anıtlar Müzesi, Koyunoğlu Müzesi, Çini Eserler Müzesi, Bedesten Çarşısı, Çatalhöyük’ ü, Kilistra Antik Kenti, Sillesi, Meram Bağları ve daha sayamadığımız pek çok nadide yer ve yapıtla kuşanan bu şehir, gezilecek yerler listesinde mutlaka yerini almalıdır.
**
Tüm mevsimlerin en güzel haliyle yaşandığı, masal diyarlarına taş çıkartacak güzellikte lale tarlaları olan, tahıl ambarı bu şehrin toprakları has Anadolu’dur.
Samimiyetin, muhabbetin taşa toprağa bürünmüş şekli olan bu güzel şehirde kendinizi memleketinizde gibi hissedeceksiniz…
**
Yüzölçümü gibi sofrası da geniş bu beldeden meşhur etli ekmeğini, fırın kebabını, höşmerimini, düğün yemeğini yemeden de ayrılmayın tabii!..