Gençlik inceleme yazıları
Karıncaların ya da arıların çalışma şeklini hiç gördünüz mü? Yüzlerce, binlerce karınca veya arı bir gaye, bir ideal için hiç sıkılmadan ve yorulmadan aylarca hatta yıllarca çalışır dururlar. Onların başında kendilerini manen kontrol eden bir reisleri (kraliçe arı veya arı beyi) vardır ve onlar onun sözünden (Allah’ın kendilerine verdiği görevi yerine getirmek için) hiç ayrılmazlar. Tabii sonuçta gayelerine ererler ve ya kovan dolusu bal yapmışlardır veya bir kışı geçirecek gıda depo etmişlerdir.
Bu misaller müşterek çalışmanın neticesinin, nasıl alınacağını göstermesi bakımından çok gerçekten önemlidir. Hâlbuki bu arılar ve karıncalar guruplara ayrılarak yine aynı azim ve gayretle çalışsalardı hiçbir zaman bu kadar güzel bir sonuç yakalayamazlardı.
İnsanoğlu da bu güzel misalleri göz ardı etmeden ve daha önemlisi kendisine Allah’ın verdiği emirlere dikkat etmesi halinde, amaçlarına hem en kısa zamanda ermesi ve hem de en mükemmele ulaşması mümkündür.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde sevgili Peygamberimiz Hadis-i Şeriflerinde bu birlik ve beraberliğin şart olduğunu beyan etmişler ve Peygamberimiz bizzat yaparak bizlere örnek olmuşlardır. Örneğin; “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp tefrikaya düşmeyin” ayeti ile “Başınızda hatalı, kusurlu bir emir de olsa ona itaat edin. Zira kim ki cemaatten (Ümmetten) ayrılır da o halde ölürse Cahiliye ölümü ile ölmüş olur” hadis-i Şerifi bu sözlerimize birer örnektir.
Asr-ı saadeti incelediğimiz zaman görürüz ki Peygamberimizin Ashab-ı Suffa (Hadis-i Şerifleri ve olayları kaydeden arkadaşları) başta olmak üzere, gönderdiği Seriyeler, elçiler, İslam’a davet heyetleri, ordular hepsi ama hepsi Peygamberimize bağlı idiler. Ne yapacaklarına ancak o karar verirken, görevliler yaptıkları her işin raporunu da yine ona getirirlerdi.
Bu başa bağlı olma hali sadece Peygamberimiz zamanına ait bit olay da değildir. Peygamberimizden sonra gelen Hülafa-yı Raşidin (dört büyük halife) zamanında da aynı sağlam ve kuvvetli yapı aynen muhafaza edilmiştir. Daha sonra gelen Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de aynı yapı korunmuş ve gözetilmiştir.
Bütün Müslümanların Allah’ın ipine sarılmaları, tek güç tek kuvvet olmaları emredilmiş, ayrı ayrı Müslümanlar ve guruplar olmamız nehye dilmiş, yasaklanmıştır.
Allah’ın bu emri pratikte nasıl uygulanmalıdır, hiç düşünüyor muyuz?
Bunun uygulanması, bütün Müslümanların bir emir, bir baş etrafında toplanmasıyla mümkündür. İslam’da zaten yasaklanmış olan ikinci bir emir veya başın etrafında toplanmamak gerekir. İkinci bir baş ihtilaftır ve ikinci bir gurubun oluşmasını sağlamaktır.
İşte bu sebeptendir ki bütün ceddimiz, her işlerinde muvaffak ola gelmişler, onların bileğini bükecek bir adu (düşman) karşılarına çıkamamıştır. Tabii bu yapıları Allah’ın (c.c) emrettiği bir yapı olması sebebiyle de Allah’ın rızasını kazanarak ebedi saadete ermişlerdir.
ZAMANE MÜSLÜMANLIĞI
Biz zamane Müslümanları maalesef İslam’ı iyice bilmiyor veya biz İslam’a uyacağımıza İslam’ı kendimize uydurmaya çalışıyoruz. Bu yüzden de dünyamız da perişan, Allah vermesin yarın ahiretimiz de perişan olacaktır.
Zamanımızda bazı Müslümanları görürsünüz. Kendilerine; “Kardeşim ayrı ayrı çalışmak uygun değildir. Geliniz, güçlerimizi birleştirelim. Aynı gayeyi birlikte tahakkuk ettirelim” dersiniz. Adamın cevabı hazırdır. “Bir orduda kara kuvvetleri olur, deniz kuvvetleri olur, hava kuvvetleri olur, Jandarma güçleri olur. Siz bunun bir kolunu oluşturmaktaysanız biz de öbür kolunu oluşturuyoruz. Bırakın biz de kendi halimizde çalışalım” derler.
Bu örnekte gözden kaçan en önemli konunun, örnek olarak verilen orduya ait kolların hepsinin bir Genel Kurmaya bağlı olduğu gerçeğidir ve hiçbir kolun Genel Kurmayın emri hilafına (aksine) çalışamaz olmasıdır.
Elbette İslam, sadece indirildiği çağa ait olmayıp kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlığın dinidir. Asr-ı saadette uygulanan emir ve yasaklar aynen bizim çağımızda da uygulanmak zorundadır. Bu Müslüman olmanın da tek şartıdır. Bunun dışında ki uygulamalar eğer bilerek yapılıyorsa Allah korusun insanı küfre götürecektir. Bilinmeden yapılıyorsa bu halde de hiçbir işimiz de muvaffak olamayacağımızın bir göstergesidir. Nitekim zamanımız Müslümanlarının inandıkları gibi yaşayamamalarının altında, işte bu cehaletimiz yatmaktadır.
İNTİSAP VE BİAT KAVRAMLARI
Zamanımızda her bir Müslüman gurup kendi sarayının inşaatını yapmaya çalışmakta, yüzlerce binlerce gurup yüzlerce binlerce sarayın inşaatı ile uğraşıp durmaktadır. Hâlbuki yapılacak tek saraydır ve bütün malzemeler, bütün çalışanlar, bütün emekler bu sarayın inşaatına harcanmalı, saray bir an önce ikmal edilmeli ve bizler, bizden sonra gelecek neslimiz dünya ve ahiret saadetine ermelidirler.
Bir realiteye daha işaret etmem gerekirse, o da kimsenin kendi âlimini, şeyhini veya hocasını terk etme mecburiyetinin olmadığıdır. Her mü’min kendi âliminden veya şeyhinden, ilim ve feyz almaya devam ederken, bütün cemaat ve gurupları derleyip toparlayacak bir başın bizleri yönlendirmesine de kendi inisiyatifimizle razı olmalıyız.
Zaten âlim ve şeyh efendilere bağlılığımızın adına “İntisap – onun ailesinden olmak” derken bir başa bağlanmanın adına İslam, “Biat” demektedir.
Karıncaların ya da arıların çalışma şeklini hiç gördünüz mü? Yüzlerce, binlerce karınca veya arı bir gaye, bir ideal için hiç sıkılmadan ve yorulmadan aylarca hatta yıllarca çalışır dururlar. Onların başında kendilerini manen kontrol eden bir reisleri (kraliçe arı veya arı beyi) vardır ve onlar onun sözünden (Allah’ın kendilerine verdiği görevi yerine getirmek için) hiç ayrılmazlar. Tabii sonuçta gayelerine ererler ve ya kovan dolusu bal yapmışlardır veya bir kışı geçirecek gıda depo etmişlerdir.
Bu misaller müşterek çalışmanın neticesinin, nasıl alınacağını göstermesi bakımından çok gerçekten önemlidir. Hâlbuki bu arılar ve karıncalar guruplara ayrılarak yine aynı azim ve gayretle çalışsalardı hiçbir zaman bu kadar güzel bir sonuç yakalayamazlardı.
İnsanoğlu da bu güzel misalleri göz ardı etmeden ve daha önemlisi kendisine Allah’ın verdiği emirlere dikkat etmesi halinde, amaçlarına hem en kısa zamanda ermesi ve hem de en mükemmele ulaşması mümkündür.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde sevgili Peygamberimiz Hadis-i Şeriflerinde bu birlik ve beraberliğin şart olduğunu beyan etmişler ve Peygamberimiz bizzat yaparak bizlere örnek olmuşlardır. Örneğin; “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp tefrikaya düşmeyin” ayeti ile “Başınızda hatalı, kusurlu bir emir de olsa ona itaat edin. Zira kim ki cemaatten (Ümmetten) ayrılır da o halde ölürse Cahiliye ölümü ile ölmüş olur” hadis-i Şerifi bu sözlerimize birer örnektir.
Asr-ı saadeti incelediğimiz zaman görürüz ki Peygamberimizin Ashab-ı Suffa (Hadis-i Şerifleri ve olayları kaydeden arkadaşları) başta olmak üzere, gönderdiği Seriyeler, elçiler, İslam’a davet heyetleri, ordular hepsi ama hepsi Peygamberimize bağlı idiler. Ne yapacaklarına ancak o karar verirken, görevliler yaptıkları her işin raporunu da yine ona getirirlerdi.
Bu başa bağlı olma hali sadece Peygamberimiz zamanına ait bit olay da değildir. Peygamberimizden sonra gelen Hülafa-yı Raşidin (dört büyük halife) zamanında da aynı sağlam ve kuvvetli yapı aynen muhafaza edilmiştir. Daha sonra gelen Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de aynı yapı korunmuş ve gözetilmiştir.
Bütün Müslümanların Allah’ın ipine sarılmaları, tek güç tek kuvvet olmaları emredilmiş, ayrı ayrı Müslümanlar ve guruplar olmamız nehye dilmiş, yasaklanmıştır.
Allah’ın bu emri pratikte nasıl uygulanmalıdır, hiç düşünüyor muyuz?
Bunun uygulanması, bütün Müslümanların bir emir, bir baş etrafında toplanmasıyla mümkündür. İslam’da zaten yasaklanmış olan ikinci bir emir veya başın etrafında toplanmamak gerekir. İkinci bir baş ihtilaftır ve ikinci bir gurubun oluşmasını sağlamaktır.
İşte bu sebeptendir ki bütün ceddimiz, her işlerinde muvaffak ola gelmişler, onların bileğini bükecek bir adu (düşman) karşılarına çıkamamıştır. Tabii bu yapıları Allah’ın (c.c) emrettiği bir yapı olması sebebiyle de Allah’ın rızasını kazanarak ebedi saadete ermişlerdir.
ZAMANE MÜSLÜMANLIĞI
Biz zamane Müslümanları maalesef İslam’ı iyice bilmiyor veya biz İslam’a uyacağımıza İslam’ı kendimize uydurmaya çalışıyoruz. Bu yüzden de dünyamız da perişan, Allah vermesin yarın ahiretimiz de perişan olacaktır.
Zamanımızda bazı Müslümanları görürsünüz. Kendilerine; “Kardeşim ayrı ayrı çalışmak uygun değildir. Geliniz, güçlerimizi birleştirelim. Aynı gayeyi birlikte tahakkuk ettirelim” dersiniz. Adamın cevabı hazırdır. “Bir orduda kara kuvvetleri olur, deniz kuvvetleri olur, hava kuvvetleri olur, Jandarma güçleri olur. Siz bunun bir kolunu oluşturmaktaysanız biz de öbür kolunu oluşturuyoruz. Bırakın biz de kendi halimizde çalışalım” derler.
Bu örnekte gözden kaçan en önemli konunun, örnek olarak verilen orduya ait kolların hepsinin bir Genel Kurmaya bağlı olduğu gerçeğidir ve hiçbir kolun Genel Kurmayın emri hilafına (aksine) çalışamaz olmasıdır.
Elbette İslam, sadece indirildiği çağa ait olmayıp kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlığın dinidir. Asr-ı saadette uygulanan emir ve yasaklar aynen bizim çağımızda da uygulanmak zorundadır. Bu Müslüman olmanın da tek şartıdır. Bunun dışında ki uygulamalar eğer bilerek yapılıyorsa Allah korusun insanı küfre götürecektir. Bilinmeden yapılıyorsa bu halde de hiçbir işimiz de muvaffak olamayacağımızın bir göstergesidir. Nitekim zamanımız Müslümanlarının inandıkları gibi yaşayamamalarının altında, işte bu cehaletimiz yatmaktadır.
İNTİSAP VE BİAT KAVRAMLARI
Zamanımızda her bir Müslüman gurup kendi sarayının inşaatını yapmaya çalışmakta, yüzlerce binlerce gurup yüzlerce binlerce sarayın inşaatı ile uğraşıp durmaktadır. Hâlbuki yapılacak tek saraydır ve bütün malzemeler, bütün çalışanlar, bütün emekler bu sarayın inşaatına harcanmalı, saray bir an önce ikmal edilmeli ve bizler, bizden sonra gelecek neslimiz dünya ve ahiret saadetine ermelidirler.
Bir realiteye daha işaret etmem gerekirse, o da kimsenin kendi âlimini, şeyhini veya hocasını terk etme mecburiyetinin olmadığıdır. Her mü’min kendi âliminden veya şeyhinden, ilim ve feyz almaya devam ederken, bütün cemaat ve gurupları derleyip toparlayacak bir başın bizleri yönlendirmesine de kendi inisiyatifimizle razı olmalıyız.
Zaten âlim ve şeyh efendilere bağlılığımızın adına “İntisap – onun ailesinden olmak” derken bir başa bağlanmanın adına İslam, “Biat” demektedir.