Ambargoyla gelişen İran

Merhaba Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kerem İşkan'ın İran gezisinin izlenimlerinin birinci bölümü

Ortadoğu'daki yaşanan gelişmeler, sert çıkışları ile dikkat çeken bir İran yönetimi, dışarıdan bakıldığındaki algı ile yaşam standartları arasında dağlar kadar fark olan ve uygulanan ambargoya rağmen büyüyen ve gelişmeyi başaran bir ülke İran...

Merhaba Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kerem İşkan'ın İran gezisinin izlenimlerinin birinci bölümü

GİRİŞ

(İSTANBUL-TAHRAN 8 ŞUBAT 2013)


İran İslam Cumhuriyeti Radyo ve Televziyon Kurumu (İRİB)' in davetlisi olarak, Selçuklu Yayın Gurubu Başkanı Mustafa Arslan, Konya Televizyonu Genel Koordinatörü Sefa Özdemir ve Konya Televziyonu İstihbarat Şefi Sami Atıcı ile birlikte, İstanbul Atatürk Hava Limanı'ndan İran seyahatimiz başlıyor.

Uluslarası İmam Humeyni havalimanına iniyoruz. İran polisi gazeteci pasaportlarımızı keyifsiz ve isteksizce inceliyor. Çünkü İran'da dış basın demek CASUS demek. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra yürüyen merdivenlerden aşağıya inerken İran yasalarına göre giyinmiş bir hanımefendi heyeti kırmızı güllerle karşılıyor. Havaalanına karşılamaya gelen İranlı yetkililerle bir türlü buluşamıyoruz. Havalimanlarında görmeye alıştığımız döviz pankartlarda bekledikleri yolcuların isimlerini tutan görevliler var. Ama hiç birinde ismimiz yok. Bir pankartta KARAM diye yazıyor.Görevliye yazının KEREM olup olmadığını soruyorum ama “Ben KARAM'ı bekliyorum” diyor.



Telefon görüşmelerinin ardından bizi bekleyen görevlinin az önceki KARAM pankartını taşıyan olduğunu öğreniyoruz. Bizimkiler bu pankartı alarak gülmeye başlıyorlar ve pankartı görevliden rica ederek hatıra olarak yanlarına alıyorlar. Havaalanının kapısından çıkıyoruz.İran'a yapılan uluslararsı yaptırımlar hemen kapıda bizi karşılıyor. Otomobiller çok eski, çoğu İran'ın kendi ürettiğii SAAB marka Sahipa modelli otomobiller. Bizi üzerinde V.İ.P yazan, İran şartlarına göre en lüks denebilecek bir otomobile alıyorlar. Tahran'a doğru yola çıkıyoruz. Telefonum çalıyor.Hanım arıyor, “ İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci'un” diyor...Biran başım dönüyor. “Kim ?” Diye güçlükle soruyorum, “Babaannen vefat etti başın sağolsun” diyor. Heyecanla indiğimiz havalimanında dakikalar sonra hüzün kaplıyor içimizi. İran ile saat farkımız yaklaşık 1,5 saat, çok istememize rağmen cuma namazına yetişemiyoruz.

İran'da cuma günü resmi tatil. Eyaletlerde Cuma sadece bir noktada kılınabiliyor. Tahran'da milyonlarca kişi aynı mekanda aynı anda cumanın ruhuna dokunuyorlar. Toplu ulaşım araçları milyonlarca kişiyi Tahran'da cuma namazı kılmak için bir noktaya taşıyor. Bu görüntüyü kaçırdığımıza ve cumaya yetişemediğimize yol boyunca hayıflanıyoruz. Havalimanı ile Tahran'ın arası yaklaşık 60 kilometre kalabalık Tahran trafiğide buna eklenince otele ulaşmamız saatler sürüyor. Tahran'ın gece nüfusu yaklaşık 12 milyon gündüz nüfusunun ise 17 milyon olduğunu öğreniyoruz. Trafik öyle kalabalık ki, araçlar birbirlerinin aynalalarına sürterek geçebiliyorlar. Benzin bu ülkede gerçekten SUDAN UCUZ. 5,5 kilometrelik tünelllerden geçiyoruz. Ambargo zamanı tamamen İranlı Mühendislerin gayretleriyle yapılmış muazzam yapılar bunlar. Yol kenarlarında levhalar:

"Muhammedün Resûlüllah"..

"Aliyyün Veliyyüllah".

"Aliyyün Huccetüllah".

"Aliyyün Evlâd-ı Resulillâh".

Saatler sonra Tahran'da kalacağımız Tahran İstiklâl Oteli’ndeyiz. Şah döneminde yapılan otelin o zamanki adı "Hilton" imiş. Devrimden sonra "İstiklâl" olmuş. Hilton Gurubu devrimden sonra ülkeyi terk etmiş.. Yabancı sermaye devrimden sonra İranlıların deyimi ile “Ülkeden kaçmışlar”İstiklâl Oteli’nin en mutena yerinde bir levha: "İslam en yüksek medeniyettir."

Hem İngilizce, hem Farsça ile.Otelin duvarları Şirazlı Hâfız’ın enfes şiirlerinin resimlenmiş tablolarıyla donanmış. Otelin her odasında Farsça mealli mushaf-ı şerif kitapları ve seccadeler. Katlanmış seccadelerin içerisine işlenmiş mahfazalarda Kerbelâ toprağından mühürler. Odaların tavanında "Kıble" işaretleri. Otelde üst düzey konuklara gösterilen bir ihtiramla karşılanıyoruz. İran'da Azeri kökenlilerin sayısının oldukça fazla olduğu söyleniyor. Azeri kökenliler Türk olduğumuzu öğrenince “Gardaş” diye ellerimizi sıkıyorlar. İranlı yetkililer bizleri otele yerleştirdikten sonra sabah proğrama başlamak üzere ayrılıyorlar. İran çayı ve hurması ile yorgunluğumuzu attıktan sonra akşam yemeğini şehirde yemeğe karar veriyoruz. Otele yakın Tahran'ın en meşhur lokantalarından biri olan Şattır Abbas'ın yürüyerek yolunu tutuyoruz. Yolda polislere adres sormak için durduğumuzda onlarında Azeri olduğunu öğreniyoruz. Yemek yiyeceğimiz lokantayı elleriyle işaret ederek gösteriyorlar (!) Tabelalar tamamen Farsca olduğu için lokantanın önünde adres sorduğumuzun farkına varıp gülüyoruz. Rezervasyonla çalışan bir Restorant Şattır Abbas. Önce kapıda bekletiyorlar daha sonra hürmetle içeriye davet ediyorlar. Azeri bir garson siparişlerimizi alıyor. 4 kişilik yemeğin tamamını sipariş ediyoruz. Ve toplamda 40 doları geçmemesini rica ediyoruz. Mustafa Ağabey endişeli garsonun adam başı 40 dolar anladığını savunuyor yemek boyunca. Mustafa Ağabeyi ön sezilerine göre 120 dolara yakın para ödeyeceğiz. Safranlı İran pilavı ile ilk tanışmamız. İran gezisi boyunca hep kaçacağımız ama onun ısrarla bizi takip edeceği sayısız komik hadiselere neden olacak olan safranlı pilavdan tadıyoruz. Kebap ağırlıklı bir mutfakları var.

Tatlı kültürü zayıf. Jöle türü tatlılar tüketiyorlar. Ekmekleri ise bizim lavaşa benziyor. Battal boy porsiyonlarını görünce şaşkınlığımız dahada artıyor çünkü İran'da şişman insan görmek oldukça zor. Nedenini yemek yiyen İranlıları gözleyince anlıyoruz. Ekmek yemiyorlar. Her yemekte yenen safranlı pilav ise tamamen yağsız buharda pişiyor. Yemeklerde safran ağırlıklı soslar iştahımızı tamamen kapatıyor. Ancak ayranları çok ama çok özel. Gazlı ayran bile yapmışlar. Ama bizim tercihimiz nefis bir rayiası olan naneli ayran. Arkadaşlar İran'da beni kasa yapıyorlar, gurubun harcamalarını topladığımız ortak kasadan ben yapıyorum. Hesabı ödemek için kasiyere yöneldiğimde lokanta karışıyor. Çünkü dolar, euro ve Türk Lirası geçmiyor. Kasalarında bile bu paraları koymaları söz konusu değilmiş. Yanımızda tek kuruş İran Riyali yok. İranlıların gelmeden önce verdiği bilgilerin geçersiz olduğunu acı bir tecrübeyle öğreniyoruz. Arkadaşlar; “Madem kasa sensin bulaşığıda sen yıkıyacan” dediklerinde gözlerimi yığılmış tabaklara korkuyla çeviriyorum. Gülüşüyoruz.Uzun müzakereler sonucu (!) onca yemeğin sadece 24 dolar tuttuğunu öğreniyoruz. Hacı Abiye (İranda sayğı ve patron anlamında) 50 doları emanet bırakıyoruz, bir gün sonra parayı bozdurup getireceğimiziz söylüyoruz. Bizi ağırlayan ve karşılıyan Azeri garson bu karışıklıktan dolayı çok fena fırça yiyor. Bu onun bizim için yiyeceği ilk fırça olmuyor. İlerleyen günlerde de aynı garson işgüzarlığı nedeniyle sayısız fırçalar yiyor.

YARIN, AYETULLAH HUMEYNİ'NİN EVİ İLE ŞAH PEHLEVİ'NİN SARAYI

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Medya Haberleri