Bugün Müslümanlar olarak birçok problemimiz mevcut. İşin acı tarafı bunun ya farkında değiliz ya da boş veriyoruz. Üzücü gerçekten… Biz bugünkü yazımızda siz kıymetli okuyucularımıza problem ve sıkıntılarımızı hatırlatmak niyetindeyiz efendim. Maksadımız sizleri üzmek değil çözüm aramak ve insanımızı ümitli olmaya teşvik etmektir.
Müslümanlar olarak kendimizi ve içinde bulunduğumuz İslam coğrafyalarındaki kardeşlerimizin sıkıntı ve problemlerini şöyle bir gözden geçirmeliyiz. Yaşadığımız şartlarda Müslümanlar olarak neyimizi kaybettik? Hangi ahlâki vasıflarımızı yitirdik? Yanlış işleyen çarkta nelerimizi kurban gitti? Yüce Kur’an’da ‘En Hayırlı ümmet’ olarak tanımlanan ümmetin fertleri ölçülü ve dengeli olma noktasında hem ahlâkî hem insânî hususlara nelerimiz uygun düşüyor? Soruları daha çoğaltmıyorum bu kadarı şimdilik yeterli!
Aziz ve şerefli olarak yaşamak gerekirken Müslümanlar bugün ne yazık ki aciz ve zelil bir halde yaşıyorlar. Evet, böyle acı bir tablo var karşımızda. Fakat bir de şu gerçek var; Müslümanlar mevcut hal ve şartlara râzı olmuş vaziyetteler, gelişmeye, düzelmeye ihtiyaç duymuyorlar. Bu sebeple bir gayret gösterilmiyor. Müslümanlar sanki kış uykusuna yatmışçasına bunca aleyhte oluşan olumsuzluklara rağmen sesleri solukları çıkmıyor, ezilmeye-üzülmeye tâbiri câizse ‘gıkları çıkmıyor.’ Bu ne gamsızlık!!! Bir iki cılız gayret de mâlesef ses getirmiyor.
Halbuki Müslümanlar mâdem ‘En Hayırlı Ümmet’ diye şanlı Kur’an’da vasıflandırılıyor. O zaman o vasfa yaraşır itibarlı, onurlu, güçlü, bilgili olmalı ve o irâdeyi tüm netliğiyle üzerlerinde taşımalı, değil mi? Bu yanlış işleyen devran böyle devam etmemeli. Müslümanlar olarak uyanmalı, silkinmeli, toparlanmalı, yeniden mümin vasfı kazanmalıdır. Dolayısıyla Müslüman önce kendini bu yanlış çarkın içinden çıkaracak, sorumluluğunu idrak edecek hem de ağlayan Müslümanların yüzlerinin gülmesi için elini taşın altına koyacak, gayret sarf edecek. Müslümanlar olarak acı çeken Müslüman kardeşlerimizin dertlerini yüreğimizde duymazsak İslâmî kimliğimizi, İslâmî şahsiyetimizi kaybetmişiz demektir.
Bizlere bütün insanlığa güzel misal olma görevi verilmişken, İslam dışı insanlar güzel misal teşkil ediyorsa yazıklar olsun!!! Nasıl da bu hallere düştük??? Kanaatimiz o dur ki, insanımız uzun süredir; ‘uydum kalabalığa’ sözüne uygun kendinden geçmiş bir vaziyette dünya çarkında bilinçsizce dönüp duruyor. Bugünün insanlar sâdece yaşadığı günlük hayat şartlarını kendilerine referans alıyor ve gelecek hedefi düşünmüyor, hayâtını anlık devam ettiriyor. Böylesi bir hayat pek tabî ki kalitesiz, çapsız, ufuksuz bir hayattır. Bu gâyet nettir.
Oysaki hayâta değer katacak değerlere sıkı sarılmalı. Meselâ biz Müslümanlar olarak mâdem ‘En Hayırlı Ümmetiz’ bugüne kadar ‘iyiliği emredip kötülükten sakındırma’ görevini ne zamandır terk etmişiz. Aslında problem buradadır Yanımızda, yöremizde, etrâfımızda cereyan eden haksızlık, ahlaksızlık, hukuksuzluk karşısında üzerimize düşen sorumluluğu en yakınından uzağına herkesler ifâ etseydi bugün bu acınası hallere belki de düşmeyecektik.
Unutulmasın ki, ‘kişilerin gayretleriyle nice olmazlar başarıyla olur hâle gelir.’ Şanlı mâzimiz böylesi gayretlilerin muhteşem başarılarına şâhitlik etmiştir. Başta peygamberler pek çok imkansızı-imansızı imkanlı ve imanlı münbit kişiler ve münbit zeminlere dönüştürmüştür. Yeter ki kişiler cânı yürekten istesinler. Her şey istemekle başlar, istemek başarmanın ilk basamağıdır. Hele istek hayırlı bir niyet ise, bu niyet elbette ki hayırlı bir niyettir. Niyet hayır olursa âkibet neden hayır olmasın, değil mi?
Nice olmazları oldurtan Rabbi Teâlâ; Müslümanlar düzelmeye, ölçülü ve dengeli, en hayırlı ümmet olma sorumluluğunun bilincinde olmaya niyetlendiklerinde, olmazları oldurur inşaALLAH. Allah Azze ve Cel için “Bir şey yapmak istediği zaman onun yaptığı ‘ol’ demekten ibârettir.” (Yâsin, 82) Biz hayrı isteyince O’da ‘ol’ deyince neden olmasın? Bizim için hayır husûsunda imkansız diye bir şey olamaz ama şer konusunda olur. Mağlûbiyetler, acılar, felâketler Müslümanların olgunlaşmasına, uyanmasına, bilinçlenmesine, dirilişine vesile olmalı. Niçin ‘zillet’ kaderimiz olsun.
Kaç asırdır izzetli, haysiyetli, ahlaklı ve faziletli insanlara ve nesillere hasret kaldık. Bu hasret er-geç bitmeli. Müslüman’a ümitsizlik yakışmaz. Elbette ümitliyiz. Zâten Rabb’imiz emretmiyor mu? “Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma.”(Hicr, 55) İslâmî hayat; ümit, gayret, azim, fedâkarlık, kararlılık ve mücâdele gerektiriyor. Bu mücâdele İslâm’ın izzetini, Kur’ân’ın şerefini ayağa kaldıracak bir mücâdeledir. Bizim için kayıp söz konusu değildir. Zirâ dünyâda bu uğurda sarf edilen her gayretin ahrette bir karşılığı olacaktır. Biz biliyoruz ki hayattaki en büyük güç imandır.
Niyetlerimiz hâlis, amellerimiz sâlih olursa başarı niçin gelemsin? İçtenlikle inanmak, samimiyetle cehd ve gayret göstermek şeytanın rol aldığı hayat sahnesinde onu mağlup edecektir. Henüz şükür ki iman cevherimizi sönmemiştir. Kadere inanan asla kedere yenilmez. Biz nimete şükreder, müsibete sabrederiz. Bizim için hepsi kazançtır çünkü biz ahret sevdâlısyız. Bizim için kayıp söz konusu olamaz. Biz ‘Allah var keder yok’ der yola devam ederiz.
Böylesi kutlu bir yolda olanlara selam olsun.