Gönül iklimimizde nice güneşler açtırıp, nice baharlara kavuşturan, insanlara hidayet ve rahmet rehberi olarak gönderilen bir büyük insana ümmet olmak ne büyük bir şereftir. İnsanoğlunun dünya ve âhiret saadeti için ömrünü vakfedip, binlerce sıkıntıya göğüs geren; aç kalan, açık kalan, memleketinden kovulan bir insan. İşte o büyük beşer, Hz. Muhammed (s.a.v.)’ dir.
Sizler çok iyi biliyorsunuz ki, O'ndan önce dünya zulmet ve istibdat içindeydi. İnsanlar cehaletinden ne yaptığını bilmiyorlar, körü körüne elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı. Bu hususta Hz. Ömer (r.a.) in şu sözleri ne kadar dikkate şayandır:
“-İslâmiyet’ten önce yaptığımız iki şeyden biri aklıma gelince gülüyor, diğerine ise ağlıyorum. Güldüğüm şey: Bizler yolculuğa çıkarken helvadan putlar yapıyor ve yanımıza alıyorduk. Tapınma gerektiğinde karşımıza koyup tapıyor, acıkınca ise bir tarafından bölerek yiyorduk.
Ağladığım şey ise; gûya bize utanç veren kız çocuklarımızı diri diri gömmemizdi.”
Ağlıyordu, zira o da bir kızını diri diri kumlara gömmüştü. Ama aynı Ömer (r.a.) müslüman olduktan sonra gözlerini yerden ayırmazdı. Niçin mi? O artık bir karıncaya bile basmaktan korkuyor ve titriyordu.
İşte Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) insanların gönüllerinde böyle büyük bir inkılâbı gerçekleştirmişti. Hayatlarını buna vakfetmişler, insanların bataklıktan çıkmaları için gece gündüz gayret etmişlerdi. Bu çabaları sadece şu hadis-i şerifte bile ortaya çıkmaktadır:
"-Benim ve sizin benzeriniz; ateş yakan, içine çekirge ve pervaneler (böcekler) düşmeye başlayınca onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın benzeri gibidir.
Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutup (asılıyorum). Halbuki siz elimden kurtulup ateşe koşmaya çabalıyorsunuz.” (Müslim, fezâil 19.)
O'nun bu durumlarını Cenab-ı Hakk şöyle haber verir:
"-Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatli (ve) merhametlidir." (9 Tevbe 128.)
Cenab-ı Hakk bu ayette Peygamberimiz (s.a.v.)e, Kendi isimlerinden olan "Raûf ve Rahim" sıfatlarını vermiştir.
İşte o güzel ve eşsiz insanın ümmetine düşkünlüğü ayet-i kerime ile ispat halindedir. Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş insanların dünya ve âhiret saadetini temin için nice ıstıraplara katlanmıştır. Getirdiği şeriati insanlardan bilakis garip, yetim, fakir ve kölelerin bayramı halinde zuhur etmiştir. Çünkü o, nuruyla kâinatı aydınlatan bir ışıldak olmuştur. İşte bu durumu Mevlâ’mız şöyle haber verir:
"-Ey Peygamber! Biz Seni hakikaten bir şahit, müjdeci, uyarıcı olarak gönderdik. (Ve yine) Allah'ın izniyle bir davetçi ve nur saçan bir lamba olarak (gönderdik). " (38 Ahzab 45.)
Her sözleri özden gelen bir nur ve ışıktır. Yaşayışları insanlara en güzel bir örnektir ve kurtuluş reçetesidir. Bu reçeteyi uygulayan herkes maddi-manevi hastalıklardan kurtulur. O halde insanlık için üsve-i hasene yani en güzel örnektir:
"Andolsun ki, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü ümid eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için, Resûlullah'ta güzel bir örnek vardır." (33 Ahzab 21)
Rabbimiz bizlere o güzel Efendimize hakkıyla tabi olup, Cennet âleminde de beraber olmayı nasip eylesin!