Geçtiğimiz günlerde, seçimden önce babam ve eşimle Kütahya civarına kısa bir ziyaret gerçekleştirdik.
Kütahya’da; babamın tanıdığı hikmet ehli bir zatla görüşmek, manevî bir atmosferde soluklanmak nasip oldu. Babamın sohbet esnasında, “memleket ahvaline” dair bir sorusuna, hâkim zat kestirmeden şu cevabı verdi: “Allah düşünsün!”
Bu susturucu, içinde teslimiyet ve tevekkül de saklı cevap, uzun müddet kafamı işgal etti.
Değiştiremeyeceğimiz şeyler için ne çok üzüldüğümüzü, çoğu zaman beyhude telâşlarla kendimizi ve muhitimizi yorduğumuzu, yıprattığımızı; “sonuç” zannettiğimiz işlerin, hadiselerin, tespitlerin ucu açık ve gebe olduğunu, peşin hükümlerden kaçınmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı.
Gaflet, rüzgâra kapılma, uyuşma anlamında değil ama bazen yavaşlamamız ve durmamız gerekiyordu.
Ferdî problemlerimizi halledebiliyor, önümüzü görüp, kesin ve doğru tespitlerde bulunabiliyor muyduk ki; memleket meselelerini de bir çırpıda çözümleyebilelim. İnsan zihninin çapı, gücü neydi bir kere.
Hoşumuza gitmeyen olaylarda, farkına varmadan, bilmeden, imtihan sırrını unutup, Cenab-ı Hakk’ı suçluyor, sorguluyorduk genellikle.
Aşırı üzüntülerimiz, aceleci yargılar, düşünce gelgitleri, çırpınmalarımız, “neden, niçin” isyanları, olayların kişilerin peşine düşüp, yüklenmelerimiz; şahsa mahsus ağırlıklarımızı da ister istemez artırıyordu.
…
Bazen gündelik hayatta, sorularınıza cevaplar alırsınız. Aslında o yanıtlar, mesajlar hep mevcuttur da fark edilmez. Size yol gösterilir, aşikâr edilir, bazı kulağınız/yakanız/kalbiniz çekilir. İlhamlar, şahıslar eliyle, vakalarla ikazlar gelir. Hayatın bütün mânâsı, ufuk birden genişler. Himmet eli uzanır, kiminde gönülde açar çiçekler…
Okuduğunuz kitaplarda da fikirler açılır, çözümler sarihleşir, görüntü netleşir. Bilgeler, bazen de Sultan Veled yetişir. Maârif kitabından:
“Meselâ, Tanrı adalete uygun olan ve olmayan birçok işler yapar. Her ne kadar Tanrı’nın ölçüsüz, adalete uymayan işleri yoksa da bizim aklımıza bunlar adalete aykırı işler olarak görünür. Meselâ, Tanrı tutar müminleri ve Salihleri belâya, zahmete duçar ve onları helâk eder. Fakat fasıklara ve zalimlere rahat ve devlet verir. Hacca gitmek isteyen Salih ve taki kimselerin gemilerini batırır. Frenklerin ve korsanlık maksadıyla yola çıkan korsanların gemilerini, selâmetle vatanlarına eriştirir. Mümin ve Müslümanların çocuklarını, kâfirlerin eline esir düşürür. Daha sayılamayacak ne kadar çok yolsuzluklar, doğrudan doğruya Tanrı’dan zuhur eder. Fakat hiç kimse buna itiraz edemez. Bizim itikadımızca bunların hepsi aynen adalet ve hayırdır. Tanrı’nın yaptığı işler arasında fark bulmak olamaz.” (Sultan Veled, Maârif, sh. 207, tercüme: Meliha Ülker Tarıkâhya, Ataç Yayınevi, 2009)
Kabul etmeliyiz ki millet ve ümmetçe, her zamankinden daha uyanık, ayık bulunmalıyız. Her şeyi güllük gülistanlık gören hayalcilerden değilim. Maziyle kıyaslandığında, toplum yapısı üzerinde, her konuda iz bırakan manevî bozulmalarla karşılaşıyoruz. Yeise düşmemekle birlikte; 2011 Türkiye’siyle, çevresi ve gidişat hiç de iç açıcı gözükmüyor.
Derûndaki ve hariçteki savaş sürüyor. Kulluk çerçevesi içinde ve azmiyle, gücümüzün yettiğince “güzelleştirme” peşinde koşmalıyız. Fakat iç dünyamızın sıhhatini, selâmetini de gözetmeliyiz.
Samimiyetle ihlâsla “Yerindedir hep işi” diyebilmek, bütün bir ömrü gerektirse de; elimizden geleni yaptıktan sonra, görünenin bir de perde arkası, geri planı olduğunu düşünüp, meseleleri Allah’a, Sahibine havale etmeye çalışmalıyız. Bizim cirmimiz fazlasını çekmez.
Denemeye değer; huzur, enerji verici bir tatbikat. Ve esasen vazifemiz.
Kütahya’da; babamın tanıdığı hikmet ehli bir zatla görüşmek, manevî bir atmosferde soluklanmak nasip oldu. Babamın sohbet esnasında, “memleket ahvaline” dair bir sorusuna, hâkim zat kestirmeden şu cevabı verdi: “Allah düşünsün!”
Bu susturucu, içinde teslimiyet ve tevekkül de saklı cevap, uzun müddet kafamı işgal etti.
Değiştiremeyeceğimiz şeyler için ne çok üzüldüğümüzü, çoğu zaman beyhude telâşlarla kendimizi ve muhitimizi yorduğumuzu, yıprattığımızı; “sonuç” zannettiğimiz işlerin, hadiselerin, tespitlerin ucu açık ve gebe olduğunu, peşin hükümlerden kaçınmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı.
Gaflet, rüzgâra kapılma, uyuşma anlamında değil ama bazen yavaşlamamız ve durmamız gerekiyordu.
Ferdî problemlerimizi halledebiliyor, önümüzü görüp, kesin ve doğru tespitlerde bulunabiliyor muyduk ki; memleket meselelerini de bir çırpıda çözümleyebilelim. İnsan zihninin çapı, gücü neydi bir kere.
Hoşumuza gitmeyen olaylarda, farkına varmadan, bilmeden, imtihan sırrını unutup, Cenab-ı Hakk’ı suçluyor, sorguluyorduk genellikle.
Aşırı üzüntülerimiz, aceleci yargılar, düşünce gelgitleri, çırpınmalarımız, “neden, niçin” isyanları, olayların kişilerin peşine düşüp, yüklenmelerimiz; şahsa mahsus ağırlıklarımızı da ister istemez artırıyordu.
…
Bazen gündelik hayatta, sorularınıza cevaplar alırsınız. Aslında o yanıtlar, mesajlar hep mevcuttur da fark edilmez. Size yol gösterilir, aşikâr edilir, bazı kulağınız/yakanız/kalbiniz çekilir. İlhamlar, şahıslar eliyle, vakalarla ikazlar gelir. Hayatın bütün mânâsı, ufuk birden genişler. Himmet eli uzanır, kiminde gönülde açar çiçekler…
Okuduğunuz kitaplarda da fikirler açılır, çözümler sarihleşir, görüntü netleşir. Bilgeler, bazen de Sultan Veled yetişir. Maârif kitabından:
“Meselâ, Tanrı adalete uygun olan ve olmayan birçok işler yapar. Her ne kadar Tanrı’nın ölçüsüz, adalete uymayan işleri yoksa da bizim aklımıza bunlar adalete aykırı işler olarak görünür. Meselâ, Tanrı tutar müminleri ve Salihleri belâya, zahmete duçar ve onları helâk eder. Fakat fasıklara ve zalimlere rahat ve devlet verir. Hacca gitmek isteyen Salih ve taki kimselerin gemilerini batırır. Frenklerin ve korsanlık maksadıyla yola çıkan korsanların gemilerini, selâmetle vatanlarına eriştirir. Mümin ve Müslümanların çocuklarını, kâfirlerin eline esir düşürür. Daha sayılamayacak ne kadar çok yolsuzluklar, doğrudan doğruya Tanrı’dan zuhur eder. Fakat hiç kimse buna itiraz edemez. Bizim itikadımızca bunların hepsi aynen adalet ve hayırdır. Tanrı’nın yaptığı işler arasında fark bulmak olamaz.” (Sultan Veled, Maârif, sh. 207, tercüme: Meliha Ülker Tarıkâhya, Ataç Yayınevi, 2009)
Kabul etmeliyiz ki millet ve ümmetçe, her zamankinden daha uyanık, ayık bulunmalıyız. Her şeyi güllük gülistanlık gören hayalcilerden değilim. Maziyle kıyaslandığında, toplum yapısı üzerinde, her konuda iz bırakan manevî bozulmalarla karşılaşıyoruz. Yeise düşmemekle birlikte; 2011 Türkiye’siyle, çevresi ve gidişat hiç de iç açıcı gözükmüyor.
Derûndaki ve hariçteki savaş sürüyor. Kulluk çerçevesi içinde ve azmiyle, gücümüzün yettiğince “güzelleştirme” peşinde koşmalıyız. Fakat iç dünyamızın sıhhatini, selâmetini de gözetmeliyiz.
Samimiyetle ihlâsla “Yerindedir hep işi” diyebilmek, bütün bir ömrü gerektirse de; elimizden geleni yaptıktan sonra, görünenin bir de perde arkası, geri planı olduğunu düşünüp, meseleleri Allah’a, Sahibine havale etmeye çalışmalıyız. Bizim cirmimiz fazlasını çekmez.
Denemeye değer; huzur, enerji verici bir tatbikat. Ve esasen vazifemiz.