ALİ BULAÇ'IN BUGÜNKÜ YAZISI...
7 Haziran seçimlerinin anahtar partisinin HDP olduğunda şüphe yok. Gönül dilerdi ki anahtar SP-BBP’nin elinde olsun.
Her iki partinin bu seçimde aldıkları ittifak kararı takdire değer. SP, ana akım Milli Görüş siyasetinin son halkası. Bu çizgi kendi içinde değişim geçirerek Türkiye’nin siyasi umudu olacakken, “Değişime ve reforma engeller konuluyor, bu iş artık Erbakan kafasıyla olmaz” deyip AK Parti’yi kuranlar Türkiye siyasetini bambaşka bir yörüngeye taşıdılar. 2011 yılına kadar her cemaat ve siyasi görüşten azami ölçüde istifade ettiler; içeride ve dışarıda kendilerini sağlama aldıklarını düşündükleri anda bütün ittifakları parçaladılar, ortaklarını-partnerlerini devletin gücünü kullanıp tasfiye edip tek başlarına iktidarı ve ülkenin kaynaklarını temellük etmeye kalkıştılar.
Benim SP’ye duyduğum saygının sebebi, kamu kaynaklarının Burhan Kuzu’nun insanın yüzünü kızartan benzetmesiyle “açık büfe” gibi oburca yendiği bir zamanda sayıları az da olsa Milli Görüş idealine bağlı kalanların bu güç gösterisi, israf ve iktidar sarhoşluğuna kendilerini kaptırmayıp iffetle kenarda durmalarıdır. İsteselerdi onlar da bu kervana katılır, günlerini gün ederlerdi. Sesi az çıksa da dimdik ayakta duran bir SP var. Hukuksuzlukları, din adına sergilenen rezaletleri, rüşvet ve yolsuzlukları, Ortadoğu’da yaşanan felaketleri gücü yettiğince dile getirmeye çalışıyor.
SP’yi önemsememin ikinci sebebi, dindarlığın içinin böylesine boşaltıldığı, dindarların eliyle vahşi kapitalizmin vahşi kanunlarına göre adaletsizliklerin sürdüğü, Uludere’de kendi devletlerinin uçakları tarafından bombalanan 34 masum canın, Soma’da hayatını kaybeden 300 madencinin ve daha yüzlerce kişinin hak ve hukuklarının hasıraltı edildiği; dünün mağdur ve sefil muhafazakârlarının bugün bindikleri ciplerinden ve yaşadıkları villalarından düzenin yoksullarına nasıl tepeden baktığı, güç ve iktidar sarhoşu olanların nasıl yolunu şaşırdığı bir ülkede “İslam bu değil, dindar siyasetçi böyle olmaz” diye haykıran bir sesin gök kubbemizde hâlâ yankılanmasıdır. Bu ses kısık da olsa vardır ve inşallah gürleşecek yükselecektir. Eğer gerçek İslam adına ses çıkaran bir siyasi hareket, dinin ahlak ve dürüstlüğünü, tevazu ve sadeliğini ısrarla savunan ve yaşayan bir cemaat olmazsa bu toplumu bekleyen en büyük tehlike fiili materyalizm ve dindarın kötü ameline tepkiden doğup yayılan ateizm olacaktır. İnsanlar adaletsizliğe ve çürümüşlüğe bir miktar tahammül eder ama dindar geçinenin adaletsizliğine ve ahlaki düşüklüğüne tahammül edemez. Ellerinden bir şey gelmese dinden çıkar. Bu yüzden insanları sahih dine, ahlaki dürüstlüğe ve adalete siyasilerin ve cemaatlerin olması farz-ı ayndır.
BBP ve SP aynı durumda sayılır. BBP’liler de isteselerdi “küçük iktidar”la yetinen MHP’ye katılır, öndeki siyasetçileri Meclis’e kapağı atardı. Onlar da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ahlakî ideallerine bağlı kalarak mücadelelerine devam etmektedirler.
İki partinin lideri (Mustafa Kamalak ve Mustafa Destici) siyasi görüş ve vaatlerini ortaya koyar, mevcut iktidarı eleştirirken kibar bir dil kullanmaktadırlar. Siyasetin bugünkü en büyük sorunu giderek toplumu ayrıştırıp kutuplaştırmasıdır. Maalesef, kucaklayıcı olması beklenirken AK Parti adına meydanlara çıkanlar, kanuni siyasi partileri bile üstü kapalı yıkıcı örgütler şeklinde tanımlıyor, toplumun bir kesimini açıktan hedef gösteriyorlar. Siz birkaç oy için yüzbinlerce insanı “örgüt elemanı” olarak işaret ettiğinizde toplumda yol açtığınız bölünme bir anda husumet ve düşmanlığa dönüşür, böylelikle iç çatışmalara zemin hazırlamış olursunuz. Dünyanın hiçbir yerinde bir devletin en üst düzey yetkilileri ve hükümet elemanları kendi toplumlarını çatışmaya sürüklemezler. Bu ancak cinnet hali geçirmekte olan Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde oluyor ve maalesef biz de o ülkelerin sınıfına girme eğilimine girmiş bulunuyoruz. Bu açıdan SP ve BBP’nin birliği ve birleştirici dili son derece önemli. İki partinin “iki Mustafa”sına yakından baktığımızda aralarındaki azami müştereklerin yüzde 90’larda olduğunu görüyoruz